Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Solda birlik için önce solda parti lazım

GENEL seçimlere bir yıl kaldı ve her seçim öncesinde olduğu gibi yine en popüler tartışma konularından birisi “solda birlik” konusu.

Otuz yıldır bu meslekteyim. Hep konuşulan ancak bir türlü çözüme kavuşturulamayan iki konudan biridir bu. (Diğeri Kıbrıs konusu. Öyle görünüyor ki bu sorunların çözüldüğünü göremeden emekli olacağım!)

Dün Business Chanel’de katıldığım bir programda da yine bu soruyla karşılaştım: “Solda birlik çalışmaları için ne düşünüyorsunuz?”

Verdiğim yanıtı, programı izlememiş okuyucular için burada da aktarayım: “Solda bir birliğin oluşması için önce solda iki partinin bulunması gerekiyor.”

Ve ne yazık ki bırakın iki partiyi, bir tane bile “sosyal demokrat” partimiz yok!

İsmet İnönü, “ortanın solu” hareketini başlattığından beri geleneksel olarak CHP “sol parti” sayılıyor ama bir süredir bu partinin “solda” olduğunu söylemek mümkün değil. AB ile üyelik görüşmelerinin durdurulmasını istiyor, demokratik özgürlüklerin genişletilmesinde ayak sürüyor, daha çok devletçi-statükocu bir politika izliyor.

Diğerlerinin ise ne toplumla güçlü bağları var ne de söylemleri itibarıyla geleneksel milliyetçi-devletçi çizgiden uzaklaşabiliyorlar.

Aralarındaki temel siyasi farklılıklar o kadar az ki değişik partiler içinde toplanmış olmaları sadece “küçük olsun benim olsun” anlayışıyla izah edilebiliyor.

Ve Türk siyasetinde sorun da esasen bundan kaynaklanıyor.

Ekonomik ve toplumsal sorunlar altında ezilen kitlelere umut verecek bir siyaset izleyen, buna uygun bir söylem geliştiren bir parti olmadığı içindir ki o kitleler normal bir demokraside marjinal kalması gereken partilere yöneliyorlar ve onu iktidara bile getirebiliyorlar.

DSP Lideri Zeki Sezer, Bülent Ecevit’in cenaze töreninde elini bile sıkmaya gerek görmeyen Deniz Baykal’dan randevu bekliyor ama bana sorarsanız boşa bekliyor.

Bahçeli, İngiltere’de yaşasaydı

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin genel başkanlığına neredeyse “ittifakla” denilecek bir çoğunlukla yeniden seçilmeyi başardı.

Gerçi bu sonucu sağlamak için öteki genel başkan adayını partiden ihraç etmesi gerekti, ama olsun. Bahçeli’nin hayatından çok mutlu olduğuna eminim.

Şimdi bir an için şunu düşünelim: Eğer, Türkiye’de de, Almanya veya İngiltere’de olduğu gibi seçim kaybeden parti liderlerinin görevlerinden ayrılmaları geleneği söz konusu olsaydı ve seçim yenilgisinden sonra istifa edenler bir yolunu bulup bugün tekrar partilerinin başında oturuyor olmasalardı, bugün siyasi partilerimizin başında kimler olurdu?

Kimlerin olacağını kestirebilmek güç ama şunu söyleyebiliriz: Deniz Baykal, Devlet Bahçeli, Recai Kutan bugün partilerinin başında olmayacaklardı.

Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit gibi liderler de çok daha önce siyaset sahnesinden çekilmiş olacaklardı.

Ve eğer bu gerçekleşebilmiş olsaydı bugünkü seçim anketlerinde “en büyük parti kararsızlar” sonucunu da görmeyecektik.

Liderlerini ve görünümlerini yenileyen partiler, bu yenilenmenin de yaratacağı olumlu etkiyle iktidar alternatifi olabileceklerdi.

Ve bu değişimler Türk siyasetinde çok partili yaşama geçildiği günden beri yapılabilseydi, büyük olasılıkla ne 1960, ne 1971 ve ne de 1980 askeri müdahaleleriyle karşılaşacaktık.

Demokratik bir ülkede siyasi partilerin, rejimin temel unsurları olduğunu söylüyoruz hep.

Unuttuğumuz bir şey var: Siyasi partilerin bulunduğu bir ülkede parti içi demokrasiden söz edilemiyorsa, o ülkede siyaset hiçbir soruna köklü bir çözüm üretemiyor.

Amerikalıları uyarın: Ülkelerinde ’şeriat’ var!

SİVİL girişimlerin yaptığı protesto eylemlerini severim. Bunun, bir demokraside vatandaşların seslerini yüksek iktidar mevkilerine duyurabilmek için gerekli bir yöntem olduğuna da inanırım.

Ama bütün yaşamım boyunca gördüğüm en saçma “protesto eylemine” de geçtiğimiz pazar günü tanık oldum.

Üsküdar’da sahilde içki içme yasağını protesto eden eylemden söz ediyorum. Protestocular, bu eylemin “şeriatın ayak seslerine karşı” olduğunu söylüyorlar.

Bu tür bir yasak “şeriat düzeninin habercisi” ise hemen Amerikalıları uyarmamız gerekecek: Ülkelerinde şeriat hüküm sürüyor, haberleri bile yok! (Düşünelim: Amerikan filmlerinde sokakta içki içenler, neden içki şişelerini bir kesekáğıdının içine koyuyorlar?)

Söz konusu yasak, sahilde yer alan lokanta, bar, meyhane gibi yerlerde uygulanmıyor.

AKP iktidarı buna tevessül ettiğinde karşı çıkanlardan biri de bendim.

Bu yasak, herkese açık bir alanda, sokakta, caddede, parklarda, piknik yerlerinde içki içilmesiyle ilgili.

Birçok kişi “Adam sahilde balık tutarken bir kutu bira içmiş, bırakın içsin” diye düşünüyor.

Sorun da bu zaten. Kimin ne kadar içki içeceğini, bunun sınırını kim belirleyecek? Bira yerine iki tek rakı içmek isterse ne olacak? Ya da bir şişe şarap?

Herkesin başına bekçi mi dikilecek, ikinci kutu biraya davrandığında “Sen çok içtin bırak artık” mı desin?

Üsküdar Belediyesi’ni elbette protesto etmek gerekiyordu. Ama sahilde içki içme yasağı için değil, içki içtiği için cezalandırılan kişileri internet sitesinde teşhir ettiği için yapılmalıydı bu protesto.

Sap ile samanın giderek daha çok karıştırıldığı bir ülke haline geldik, farkında mısınız?