Sevdiğinizin kalbini her gün yeniden kazanabilir misiniz?
GÜNÜN anlam ve önemine binaen (yani bugün tatil ve evli erkeklerin huzurunu kaçırabilir, sıkı kavgalar çıkartabilirim! Yaşasın kötülük!) hafta içinde Hürriyet’te okuduğum bir magazin haberine dikkatinizi çekmek istiyorum.
Eski manken Merve İldeniz ve eşi Serdar Bey boşanmışlar. Merve Hanım diyor ki: “Birbirimizi özgür bıraktık. Evlilik bitince aşkımız daha çoğaldı.”
Gerçekten ilginç bir durum!
Evliliğin böyle bir yönü var: Çiftler birbirlerine zaman içinde o kadar alışıyorlar ki bir aşkı ayakta tutabilecek en temel şeyleri kolayca ihmal edebiliyorlar.
İlk günlerin heyecanı yerini alışkanlığın özensizliğine bırakınca aşk da yavaş yavaş eriyip gidiyor.
Fanfan isimli bir film seyretmiştim. Vincent Perez “flörtü ölene dek sürdürebilmek için” sevdiği kadınla hiçbir şekilde ilişkiye girmeyen bir erkeği oynuyordu. Birlikte çıkılan tatiller, yenilen yemekler, saatlerce süren sohbetler, ama dokunmak yasak!
Karşısında Sophie Marceau oynuyordu.
O daha akıllı olduğu için sonunda bu saçmalığa isyan etti.
Ve “flörtü ölene dek sürdürmenin” kuralını koydu: “Her sabah seni terk edeceğim, beni yeniden kazanmak için akşama kadar vaktin var. Başaramadığın gün beni bir daha göremeyeceksin.”
Böylece Perez hem aradığı “ölümsüz aşkı” buldu hem de o insanın içinde havai fişekler patlatabilecek güzellikteki kadına uzaktan bakmaktan kurtuldu!
Bu bir film olduğu için daha sonra neler olduğunu bilemiyoruz tabii.
Ama siz filmin sonunu kendi yaşamlarınıza bakarak kolayca tahmin edebilirsiniz.
Ne dersiniz? Birlikte olduğunuz insanın sizi her sabah terk etmesine hazır mısınız? Akşama kadar onun kalbini yeniden kazanabilir misiniz?
Ya siz? Bunu yapabilir misiniz? Onu her sabah terk etmeye ve akşama kadar geri dönüşünü beklemeye cesaretiniz var mı?
“Fırsattan istifade kaçıp gitmesi” düşüncesi aklınızdan bir an için olsun geçti mi?
Adalet sistemimizle ilgili bir ’etik’ tartışması
YARGI sistemimizle ilgili “etik tartışmaları” üzerine zaman zaman yazılar yazıyorum.
Bir arkadaşım geçenlerde aradı ve ilginç bir konuya dikkatimi çekti.
Konu, savcı ve hákimlerin master ve doktora yapmaları ile ilgili.
Arkadaşım, hukuk fakültelerindeki hocaların, doktora öğrencisi durumundaki hákim ve savcıların görevli oldukları mahkemelerde görev almalarının ya da davacı ve davalılara danışmanlık yapmalarının doğru olmadığını söylüyor.
Gerçekten de benim daha önce düşünemediğim tuhaf bir durum bu.
Hákim ve savcıların her şeyden kolayca etkilenebilecek kişiler olmadıklarını düşünürüm.
Tek tük çürük dışında adalet camiasında hatır gönül pek işe yaramaz. Ama yine de “hoca-öğrenci” ilişkisinde, hele bu hoca aynı zamanda “tez hocasıysa” durum tartışmalı hale gelebilir.
Bence bu durumda etik olan böyle durumlarda hocanın avukatlıktan ya da öğrencinin hákimlikten çekilmesidir.
Bu ilginç tartışmanın bana düşündürttüğü bir konu da paralı vakıf üniversitelerinde doktora yapan hákim ve savcıların durumu.
Bence bu durumda gereksiz ve yargı mensuplarını rencide edecek tartışmalara yer vermemek için okul ücretlerinin Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.
Böyle olursa ortalıkta “ben hákim falancaya doktora bursu verdim” diye dolaşanlar da kalmaz!
Bence millet dalga geçmiş olmalı!
BU ülkede yaşamı kolaylaştıran (ama bazen de çekilmez hale getiren) şey, televizyonlardaki Brezilya dizilerindeki gibi olayların kendilerini biteviye tekrar etmesi diye düşünüyorum.
Nitekim her seçim öncesinde olduğu gibi “en son anketler” yine kıyametlerin kopmasına neden oldu.
Ben son açıklanan anket sonuçları ile ilgili düşündüklerimi hemen söyleyeyim: AKP’nin yüzde 48 oy alacağı tespitine inanmıyorum.
Eğer bu doğruysa oy kullanacak iki seçmenden birinin tercihinin AKP olması gerekiyor.
Ve bu kadar yer dolaştım, böyle çarpıcı bir durumla hiçbir yerde karşılaşmadım.
Ülkemizin AKP’ye pek itibar etmeyen Ege, Trakya ve Akdeniz illerini de hesaba katarsanız, böyle bir sonuca ulaşılması için AKP’nin çok güçlü olduğu yerlerde oyların yüzde 70-80’ini alacağını kabul etmeniz gerekir.
DTP’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki gücünü de hesaba katarsanız AKP’nin böyle bir sonuca ulaşması ancak bazı büyük illerde yüzde 90’lara çıkabilmesi ile mümkün olabilir.
Eş dost çevresinde, işyerinde, bindiğiniz taksilerde, oturduğunuz kahvelerde böyle çarpıcı büyüklükteki bir eğilimi elle tutabilir, gözle görebilirsiniz.
Doğrusunu isterseniz ben göremiyorum. Üstelik sadece bana benzeyen insanlarla arkadaşlık da etmiyorum. Benim “beş benzemez” arkadaş çevremde bile böyle bir eğilim göremiyorum.
Tarhan Erdem ciddiyetine inandığım bir araştırmacı. Ama sanırım ki ankette önemli bir hata var. Ya da ikinci büyük olasılık şu: Her zaman Türklerin, anket yapanlarla dalga geçtiklerine inanırım.
Bu nedenle anketlere bakarsanız gazetelerin en çok okunan sayfaları “kültür-sanat” sayfalarıdır. Herkes “belgesel” izlediği söyler, ama reyting şampiyonları hep diziler arasından çıkar.
Bana öyle geliyor ki bu anket için de aynı şey geçerli! Bu sıcakta eğlenecek şey arayan millet anketörlerle dalgasını geçmiş!