Siyasi sorumluyu gizleme çabası
ÜNİVERSİTE sınavında ortaya çıkan “şifreleme” olayı giderek eğlenceli bir hal alıyor.
Elbette 1 milyon 700 bin çocuk ve ailesi için bunun eğlenilecek bir yönü yok ama iktidar yandaşlarının umutsuz örtbas çabalarında trajikomik bir yön olduğunu söyleyebilirim.
Mesela Sabah şöyle bir haber yayımladı: “Emniyet’e gelen bir ihbarda ‘bir şebeke siyasi amaçlarla sınavı bulandırmak için ÖSYM içindeki uzantılarını kullanarak soru kitapçıklarıyla oynadı’ iddiası üzerine Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı ÖSYM içindeki çete iddialarını incelemeye başladı.”
Zaman da ortaya dökülen bunca gerçeğe rağmen hâlâ “Şifre iddialarının gerçek olmadığı anlaşıldı” dedikten sonra savcılığın “gündem değiştirmek için kitapçıkla oynandığı iddialarını araştırdığını” yazıyor.
Oysa birkaç gün öncesine kadar “şifre” iddiasını inandırıcı bulmayan matematik profesörü Ali Nesin bile fikrini değiştirdi. Şifreleme için “Aptallığın daniskası” dedikten sonra ÖSYM yetkililerinin açıklamalarındaki tutarsızlıklara işaret ederek “ÖSYM’nin açıklamadığı başka kusurları olduğunu düşündüğünü” söylüyor.
ÖSYM yetkililerinin konuyla ilgili olarak “Acemilik ettik” açıklaması da ortada öylece duruyor.
Yandaş medyanın şimdi bu olayın ardında “siyasi komplo” araması, Ergenekon’a kadar uzanır mı bilemiyorum ama bunun bir tek sebebi var: Bu beceriksizlikteki siyasi sorumluyu halkın dikkatinden kaçırmak, gizlemek!
Sınavı yüzüne gözüne bulaştıran ve ilk günden beri doğru dürüst açıklama yapamayan ama sonunda “Bir acemiliktir oldu” diyen ÖSYM’nin başındaki kişinin atama kararnamesinin altında iki imza var: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan!
Medeni memleketlerde böyle durumlarda sadece hatayı yapan bürokrat değil, onu oraya tayin eden makam da sorumlu tutulur.
Bizimkilerin bu nedenle istifa etmeyeceklerini biliyorum ama insan hiç olmazsa çıkıp 1 milyon 700 bin çocuktan ve ailelerinden özür dilemeyi akıl eder!
Deniz Feneri 36 milyon Euro ‘yakmış’!
ANKARA’daki Deniz Feneri soruşturmasında önemli bilgilere ulaşıldığını dün Saygı Öztürk, Sözcü’deki köşesinde yazdı.
Öztürk’ün yazdığına göre Almanya’daki Deniz Feneri e.V. soygununda çalınan 40 milyon Euro tutarındaki paranın izini süren savcılar bunun ancak 4 milyon Euro’luk bölümünün yardım işlerinde kullanıldığı bilgisine ulaşmışlar.
Geri kalan 36 milyon Euro’nun ne olduğu hakkında bir fikir yok.
Soruşturmayı yürüten savcılar, “yardım aldığı” iddia edilen kişilerin talimatla ifadesini almışlar. Yardım olarak alındığı söylenen miktarlar ile belgelerde yazan rakamlar birbirini tutmuyor!
Yardım yapıldığına ilişkin olarak ibraz edilen belgelerin bazılarında mühür ve damgaların da sahte olduğu anlaşılmış.
Öte yandan Almanya’daki Deniz Feneri e.V. ile Türkiye’deki dernek arasında da ilişkiyi kanıtladığı belirtilen bazı banka hesaplarına ulaşılmış.
Öztürk, soruşturmanın yılbaşından bu yana oldukça ilerlediğini, hazırlanacak iddianamenin 20 sanığı kapsayabileceğini yazıyor.
Almanya’daki ilk davanın haberleri gazetelerde yayımlandığında Başbakan’ın nasıl sinirlendiğini ve gazetelere nasıl savaş açtığını hatırlayalım.
Bugün Türkiye’de basın özgürlüğü ile ilgili sıkıntıları eleştiren bütün Batılı raporların miladı o güne dayanıyor.
Keşke seçimden önce şu dava açılabilse de halkımız sandıklara giderken kendisinden nelerin gizlenmiş olduğunu da öğrense!
Kişiye özel YÖK kararı
NASIL bir ülkede yaşadığımızın ilginç bir örneğini Selçuk Özbek’in Birgün’deki haberinde okudum.
YÖK Yürütme Kurulu bir karar almış ve kamu kurumlarından bazılarına girişte şart koşulan “işletme lisans programı denkliği”ni bir öğrenciye “özel olarak” vermiş.
Öğrencinin mezun olduğu okulun eğitim programı bu özelliklere uymuyor.
Ama öğrenci YÖK’e başvurmuş ve YÖK, öğrencinin aldığı derslerin bu özelliklere uygun olduğuna karar vermiş. Kararda “Sadece adı geçen kişi için geçerlidir” vurgusu özel olarak yapılıyor.
Yani aynı okuldan mezun başka gençler böyle bir haktan yararlanamayacaklar.
Gördüğünüz gibi “gemisini yürüten kaptan” ilkesi, üniversitelerin eğitim programlarının denkliği söz konusu olduğunda bile geçerli.
Bu becerikli gencin kim olduğu haberde yazılı ama ben adını vermeyeceğim. Mesele “kişisel” bir durum değil çünkü.
Kamu yönetiminde böyle “kişiyle özel” uygulamaların da başlaması nereye kadar varır, kestirebilmek güç.
Yakında işini bilen bir sağlık yüksek okulu öğrencisi de “Eğitimi tıp eğitimi ile denktir” diye bir karar çıkarttırıp, hekim olabilir mi dersiniz?