Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Tişört de benden olsun!

ŞU dünyada yaşamına imrendiğimi söyleyebileceğim dört beş kişi varsa birisi de Rahmi Koç’tur.

Yanlış anlaşılmasın, servetinde gözüm filan yok.

İmrendiğim yönü “denizciliği”dir. Kaptan Cook’un yaşam öyküsünü okuduğum 9-10 yaşlarımdan beri tekneyle bir dünya turu yapmak isterim; ama hep bir hayal olarak kaldı.

Rahmi Bey’e imrenmem bu yüzden.

Biliyorsunuz, çıktığı dünya turunu tamamladı, bilinmeyen sularda yüzdü ve geri döndü.

Şimdi de yeni bir tekne yaptırıyor. Yacht Dergisi’nin son sayısında bu muhteşem yeni teknesiyle ilgili haberi okuduğumda “İyi günlerde, sağlıkla kullansın inşallah” diye geçirdim içimden.

Dün Hürriyet’i okurken fark ettim ki Rahmi Bey’in de yaşamına imrendiği insanlar varmış.

O da “işi gücü olmadan sahillerde bir tişört, bir mayoyla yatıp kalkan insanlara” imreniyormuş. “Böyle hiçbir şeyi düşünmeden yaşayan insanlara o kadar çok imreniyorum ki” diyor.

Rahmi Bey’in üç tane yetişkin, iyi eğitim görmüş evladı var. Üçü de işlerinin başında, çalışkan kişiler. “Gelecek kaygısı” da olmadığına göre Rahmi Bey kısa bir süreliğine de olsa imrendiği tarzda yaşayabilir aslında.

İçimden şaka yollu “tişört de benden olsun” diye geçirmedim de değil.

Espri bir yana, Rahmi Bey’in sözleri aslında önemli bir gerçeğe işaret ediyor: Eğer “Dünya nereye gidiyor, biz ne yapıyoruz” gibi soruları kendinize sorma alışkanlığını küçük yaşlarda edinirseniz, ileride ne kadar zengin olursanız olun “Aman boş ver, ben mi kurtaracağım bu dünyayı” diyemiyorsunuz.

Olanaklarınız elverse bile “bir tişört, bir mayo giyip” dünyaya nanik yapamıyorsunuz!

Lig başlarken futbol notları

CUMARTESİ günü Fenerbahçe-Kayseri Erciyes maçını izlemek için Şükrü Saracoğlu Stadı’ndaydım.

Maç öylesine sıcak bir havada oynandı ki tribünde oturduğum yerde sanki denize atlayıp çıkmış gibiydim: Sırılsıklam.

Futbolcuların o yüksek nemli sıcakta 90 dakika koştuklarını düşündükçe de kalbimin sıkıştığını söylemeliyim.

Akdeniz ülkelerinden Türkiye ve Fransa dışında hiçbir ülkede lig maçları başlamadı.

Türkiye’nin ılıman iklimi, ocak ayı sonuna kadar maçların rahatça oynanmasına olanak veriyor.

Ve bu sene ne Avrupa Şampiyonası, ne de Dünya Kupası gibi yaz aylarında oynanacak bir turnuva var. Demek ki sezonu haziran ortalarına kadar uzatmak da mümkün.

Böyle bir olanağa sahip olmayan Kuzey ülkelerinin lig maçlarına erken başlamasını anlıyorum da ağustos sıcağında Türkiye’de maç oynatmaya bir anlam veremiyorum.

Appiah-Emre Toraman “tartışmasında” ise ortada kırmızı kartlık bir hareket yok. Futbolcuların zaman zaman yaptıkları türden bir “karşılıklı horozlanmanın” iki tarafından birine kırmızı kart gösterip, öbürüne “tekme atmaya devam et” demek nasıl bir hakemlik anlayışıdır?

Spor basınının “adamına göre eleştiri” geleneği belli ki bu sezon da devam edecek. Yorumcular Ankaraspor-Galatasaray maçının hakemini yere göğe sığdıramıyorlar. Peki, Ankaraspor’un çift vuruşunda barajın bozulmasına ses çıkarmamasına ne demeli? O top döndü ve Galatasaray’ın golünü getiren gelişmelere yol açtı. Çift vuruş tekrarlatılsaydı maçın sonucu ne olurdu?

Tek suçlu müteahhitler değil

BARBAROS Bulvarı’nda geçen hafta yol kenarına yığılan kum nedeniyle meydana gelen kazada iki kişi ölmüştü.

Uzmanlar, yola uyarı levhası koymayan müteahhitleri suçlu buluyorlar.

Belediye Başkanı Kadir Topbaş da ihaleyi alan müteahhitlerin işlerini taşeronlara devrettiklerini, taşeronların da işleri cahil amelelere bıraktıklarını söyleyerek yol çalışmalarında yeterli güvenlik önlemleri alınmamasını eleştiriyor.

Evet, müteahhitlerin sorumsuzca davrandıkları ve kazaları önleyecek uyarıları yapmadıkları bir gerçek.

Ama ben bu işte en önce Trafik ve Belediye yetkililerini suçluyorum.

Trafik Müdürlüğü ve Belediye, sorumsuzca davranışlarıyla kazalara yol açan müteahhitlere bugüne kadar ne ceza yazdılar, merak ediyorum.

Eğer, onlar işlerini ciddiyetle yapsalardı, kazalara yol açması olası ihmaller nedeniyle ciddi yaptırımlar uygulasalardı, bu kazaların önüne geçilebilirdi.