TÜSİAD’ın kafası bir hayli karışmış!
TÜSİAD’ın yaptırdığı “yeni Anayasa” çalışmasının sonuçları açıklandı. Çalışmayı yapanlar kuşkusuz ki bu alanda yetkin isimler ve vardıkları sonuçları görmezden gelmek, bir kalemde silip atmak mümkün değil.
Gazetelerin konuyla ilgili değerlendirmelerinde öne çıkan şey ortak: TÜSİAD’ın çalışması, “Cumhuriyet hariç” Anayasa’da değiştirilemez madde kalmamasını öneriyor.
Bunu okuyunca kendi kendime “neden” diye sordum. Neden “cumhuriyet hariç”?
Mevcut Anayasa’nın “değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez” hükümlerini hatırlayalım önce:
Türkiye devleti bir cumhuriyettir! Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik bir sosyal hukuk devletidir. Bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı ay-yıldızlı al bayraktır. Milli marşı İstiklâl Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır!
Öneri “değiştirilemez tek şey cumhuriyettir, geri kalanların hepsi değiştirilebilir” şeklinde sunulduğuna göre “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” ilkesi de, bölünmez bütünlüğü de, dilinin Türkçe olduğu da, bayrağı, milli marşı ve başkenti de değiştirilebilir sonucunu mu çıkarmalıyım? Evet, öyle görünüyor, söylenenlere bakarsam bu sonucu çıkarabilirim.
Ben ise bütün bu ilkeler içinde, Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi coğrafyasında “tekil” kılan şeyin “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” olduğunu düşünüyorum.Dünyada da adında “cumhuriyet” olmadığı halde “demokratik, laik, hukuk devleti” olmayı başarabilen birçok ülke var.
TÜSİAD, “cumhuriyet değiştirilemez” dediğine göre “yeterli halk çoğunluğu sağlanabilirse” demokrasiden de, laiklikten de, hukuk devletinden de vazgeçebiliriz gibi bir sonuç çıkıyor.
Oysa sorunumuzun temelini oluşturan konu da tamamen budur.
Türkiye, yeterince demokratik bir ülke olamadı. Hukuk egemen olamadı, keyfilik her geçen gün daha da artıyor. Laiklik ise orasından burasından tırtıklanıyor.
Mesela genel olarak İngiltere diye bildiğimiz Birleşik Krallık bir cumhuriyet değil. Ama yetkin bir demokrasiye sahip, kimsenin aklına bir din devleti kurarak başka insanları baskı altına almak gelmiyor, hukuk herkes için aynı, mahkemeler gerçekten bağımsız, keyfilik yok.
İran da bildiğimiz gibi bir cumhuriyet. Ama demokrasi yok, rejimin sevmediği fikirleri söylemek yasak, laik değil tam tersine dinin kuralları toplumsal ve siyasal yaşamı belirliyor, hukuk desen hak getire!
Hangisinde yaşamak isterdiniz?
Bana öyle geliyor ki TÜSİAD’ın kafası biraz karışık.
Demokrasinin, laikliğin, hukuk devletinin olmadığı bir ülke cumhuriyet olsa ne yazar, olmasa ne yazar?
Buca ne yana düşer usta?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, TRT 1’de, Sergen Yalçın ve Hakan Şükür ile birlikte bir “spor” programına çıktı.
Futbol, Türkiye’de günlük politikaya çok alet edildi ama sanıyorum ki bir Başbakan’ın bir futbol programıyla devlet televizyonuna çıkması bu işin zirvesini oluşturuyor! Akıl edenleri ve emeği geçenleri Başbakan elbette ödüllendirecektir ki öyle görünüyor ki bu Hakan Şükür’ün milletvekili olmasıyla da sonuçlanacak.
Program başından sonuna kadar “yıkama-yağlama” diye tanımlayabileceğimiz bir süreç izledi.
Bu da normal! TRT’den başkası beklenemezdi zaten.
“Artık önümüzdeki maçlara bakacağız” kalıbı ile sınırlı sorgucuların da Başbakan’a can alıcı sorular sormasını bekleyemezdik, nitekim öyle de oldu.
Futbol dünyamıza hâkim olan ve “en iyisi yerlilerdir” şeklinde özetlenebilecek olan ama buram buram ırkçılık kokan söylemden de Başbakan’ın uzak durmasını beklemiyordum. Öyle de oldu.Derwal’in, Piontek’in bu ülke futboluna yaptıkları katkıları belli ki Şenol Güneş’ten başka hatırlayan da kalmamış!
Başbakan da iyi hazırlanmamış gibi geldi bana. İzmir’in bir temsilcisinin Süper Lig’de bulunmamasına çok hayıflandığını öğrendik. Sergen Yalçın’dan şöyle bir çıkış beklerdim oysa: “Buca ne yana düşer usta?”
Bu soruşturma tarihe geçecek
ALMANYA’da faaliyet gösteren Deniz Feneri e.V derneğinin topladığı yardım paralarının amaç dışı kullanıldığı iddiasıyla açılan dava Frankfurt Eyalet Mahkemesi’nde sonuçlandığında tarih 17 Eylül 2008 idi.
Mahkeme suçu sabit gördü, dernek yöneticilerini değişik hapis cezalarına çarptırdı, derneğin malları kamuya devredildi.
“Yardım topluyoruz” gerekçesiyle soyulanlar, yardım duyguları istismar edilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıydı.
Mahkemenin savcısı, duruşma sırasında Almanya’daki sanıkların asıl failler olmadığını, asıl sorumluların Türkiye’de olduklarını söyledi.
Savcı Almanya’daki sanıkların iş başında görüldüklerini ancak tüm yönetim ve kontrolün Türkiye’den yapıldığını ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman isminin ön plana çıktığını kaydetti. Zahit Akman, İsmail Karahan ve Harun Yoldaş’ın da sorumlu olduğunu iddia etti.
Almanya’da şu anda Zahit Akman ve Zekeriya Karaman’ın da sanık olarak yargılandıkları ikinci dava sürüyor.
Eylül 2008’den beri Türkiye’deki savcıların konu ile ilgili soruşturmayı tamamlamalarını bekliyoruz.
Bugünün tarihi 24 Mart 2011!
Aradan geçen 2,5 yılda bir dava açılabilmiş değil.
Sanıyorum bu Türkiye’nin en uzun süreli soruşturması olarak tarihe geçecek.