Tutanaklar neden açıklanmıyor?
28 Şubat soruşturması bir yandan “Batı Çalışma Grubu” üzerinden sürerken, diğer yandan da soruşturmayı sivillere bulaştırmak için yapılan yaygara sürüyor.
Soruşturulan iddianın ne olduğunu biliyoruz: Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebir ve şiddet kullanarak görevini yapmaktan alıkoyma!
Ve sonunda Batı Çalışma Grubu’nun eylemlerine kadar ulaşan ve Necmettin Erbakan’ın görevi Tansu Çiller’e bırakmak hesabıyla istifa etmesine varan sürecin başlangıcı da Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat tarihli toplantısı.
Ve o toplantıda alınan ve altında hükümetin MGK’daki üyelerinin de imzası bulunan kararları biliyoruz ama o kararların, o toplantıda hangi şartlar altında alındığından haberimiz yok.
Askerler o toplantıda neler söylediler? Hükümeti, istifa etmediği ya da o kararları imzalamadığı takdirde devirmek için örtülü ya da açık bir tehditte bulundular mı? Bunları bilmiyoruz.
Onun için 28 Şubat tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısının tutanaklarının açıklanması gerekiyor.
Bugünkü hükümet, 28 Şubat ile hesaplaşma konusuna özel bir önem veriyor. Başbakan, dişini ve yumruğunu sıkıp, bugüne kadar beklemiş, bu hesabı sormak için.
Hesabı sormaya neden en başından başlamıyorlar, anlayamıyorum.
Eğer bir darbe tehdidi ve “postmodern darbe” tehlikesi ortaya çıktıysa, bu önce 28 Şubat tarihindeki toplantıda olmuş olmalı, değil mi?
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın bugünkü siyasi gücü, MGK’yı toplayıp, o günkü toplantının tutanakları üzerindeki yayın yasağını kaldırmaya yeterli.
Milli Güvenlik Kurulu’nda 28 Şubat kararları nasıl alındı? Hükümet, karşı olduğu bir metni neden imzalamak durumunda kaldı? Neler konuşuldu ki, böyle bir tablo ortaya çıktı?
Bunları bilmeden 28 Şubat ile nasıl hesaplaşacağız?
Referansı din olan bir anayasa mı?
KURUCULARI arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer gibi AKP’nin ağır toplarının da bulunduğu Birlik Vakfı, yeni anayasa önerisini TBMM Uzlaşma Komisyonu’na sunmuş.
Anayasa’nın giriş maddesi olarak şu öneriliyor:
“Bizler, adalet, hürriyet, hukukun üstünlüğü, eşitlik, insan hakları, demokrasi, manevi ve milli değerlere bağlı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak Yüce Yaradan’ın devletimizi sonsuza kadar koruması dileğiyle bu anayasayı kabul ediyoruz”.
Daha anayasasının girişinde cumhuriyeti kollamayı Allah’a havale eden bir cümle ve metnin bütününe hâkim olan “dinci” anlayışa elbette gayet de uygun.
“Laiklik” ilkesi değiştirilemez ilke olmaktan çıkmış, zaten metne hiç konmamış.
“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ifadesi de metinde yer almıyor. Bayrak da aynı şekilde!
Eğitim ve öğretimin dine uygun hale getirilmesi, velilerinin istemesi halinde eğitimin dini felsefeye uygun olarak yapılması gerektiği de ayrı bir hüküm. Milletvekillerinin dini kitaplar üzerine yemin etmeleri de öngörülüyor.
Merak ettim, Birlik Vakfı, bu anayasa önerilerini hazırlarken, vakfın kurucularına da danıştı mı, onların görüşlerini de aldı mı?
Vakfın Anayasa önerisi, bütün kurucu ve üyelerinin ortak temennisi mi yoksa vakıf yönetiminin kimseye sormadan hazırladığı bir metin mi?
Bizim tanıdığımız “kurucular” acaba bu konuda ne düşünüyorlar? İktidar partisinin ağır toplarının kurucusu olduğu vakfın önerisi böyleyse, “ortak uzlaşmayla bir sivil anayasa” nasıl yapılacak, bunu da merak ettim.
İyi bir uygulama zarar görmesin
OKULLARDA süt dağıtıldı ve yüzlerce öğrenci hastanelik oldu. Ülkenin değişik yerlerinden, değişik sayılar geldiği için tam bir rakam vermek doğru değil.
Süt, pastörize edilmiş olsa bile kolay bozulan bir gıda ve soğuk zincirinin nerede kesildiğini, sorumlunun kim olduğunu bilmek de o kadar kolay değil.
Bu nedenle başlamış iyi bir uygulamanın ilk günün haberleriyle kötülenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette kısa süre içinde bunun nedenleri bulunur, böyle sorunlarla karşılaşmamak için gerekli önlemler alınır diye düşünmek isterim.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bazı çocukların hastanelik olmasının ardından yaptığı açıklamada zehirlenmenin söz konusu olmadığını, bazı çocukların süt ve süt ürünlerine karşı hassasiyetlerinden kaynaklanan sorunlar yaşandığını belirtti.
Benzeri bir hassasiyet bende de olduğu için bunun mümkün olabileceğini gayet iyi biliyorum.
Ama bu Türkiye’nin acı bir gerçeğini görmemize de engel olmamalı. Belli ki bu çocuklar hayatlarında ilk kez süt ile karşılaştılar, daha önce böyle bir hassasiyetleri olduğu bilinmiyordu ki bu gerçekten vahim bir durum.
Silahlanmaya şu kadar milyar dolar harcayan bir ülkede, bazı çocukların süt ile ilk kez okulda karşılaşmış olmaları, üzerinde iyice durulması gereken bir mesele ve kaynaklarımızın ne kadar doğru kullanıldığını bu vesileyle bir kez daha tartışmalıyız.
Tabii, böyle bir hassasiyeti olduğu halde zorla süt içirilen çocukların olma olasılığı da az değil, onu da kendi ilkokul deneyimimden biliyorum. Okul yönetimlerinin ve öğretmenlerin biraz daha dikkatli olmalarında yarar var. İyi bir uygulama, ihmaller nedeniyle zarar görmesin.