Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Veli dershane derdinde, hükümet imam hatip!

TÜRK Eğitim Derneği’nin yaptırdığı bir araştırmaya göre velilerin yüzde 59.5’i çocuğunun okulda daha başarılı olması için ek eğitim aldırtıyormuş.

Yani neresinden baksanız her on veliden altısı, Türkiye’de okullarda verilen eğitimin yetersiz olduğunu, çocuğunu bir üst eğitim kurumuna hazırlamaya yetmediğini düşünüyor.


Zaten 81 ile yayılmış 4 bin 222 dershane de bu düşüncenin somutlaşmış hali olarak karşımızda duruyor.


Sekizinci sınıfa gelmiş çocukların yüzde 72.6’sının dershane ya da ek ders ile takviye edildiği dikkate alınırsa, amacın “iyi okullara girme yarışını kazanmak” olduğu ortaya çıkıyor.


Velilerin önemli bölümü, belli ki çocuklarının daha iyi bir eğitim alması için ciddi bir bütçeyi gözden çıkarmaya hazır.


Ama aynı veliler, o parayı çocuklarının şu anda okudukları okullardaki eğitim düzeyini ve kalitesini artırmak için harcamaya gönülsüzler
.


Okul aile birliklerinin okulların en temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile nasıl zorlandıklarını biliyoruz.


Çocuklarının eğitimi için ekonomik olarak zorlanıyorlar ama seçim vakti oy kullanmaya sıra geldiğinde “Partilerin eğitim politikası nedir” sorusunun yanıtını hiç merak etmiyorlar.


Tuhaf bir ruh durumu bu!


Çocuğunun iyi eğitim alması için pahalı ek dersleri, dershaneleri göze almaya hazır bir kitle var, ama bunu mevcut eğitim kurumlarını iyileştirmek için seferber etmeyi başaramayan bir bakanlık da var!


Ve böyle bir ülkede hükümet, eğitimin en büyük sorunu olarak imam hatip liseleri mezunlarının durumunu görüyor.


Genel eğitimi ve meslek eğitimini iyileştirmek için kıl kıpırdamıyor, sıra imam hatiplere gelince ortalık ayağa kaldırılıyor.

 

Yunanistan’ı kıskandım doğrusu

 

YUNANİSTAN’da anamuhalefet partisinin lider seçimi, parti üyelerinin tümünün katılımıyla yapıldı.


Partiye üye olup da seçimde oy kullanmak isteyenler adam başı 2 Euro ödemişler.


Toplam 700 bin kişinin oy kullandığı bir seçimle partinin lideri de belirlenmiş oldu.


En başından itibaren bizim için ne kadar uzak bir durum.


Birincisi, seçim kaybeden liderin istifa ederek gitmiş olması
.


İkincisi
, istifa eden partinin yakın çevresinin “Bizi bırakma” diyerek adamın eteğine yapışmamış olmaları.


Üçüncüsü
, istifa eden liderin ısrarları kıramayarak “Eh madem halkım bu görevi bana tevcih etti, bırakıp gitmek yakışık almaz” diyememesi.


Dördüncüsü
, partinin liderinin, parti üyelerinin tümünün serbest oy kullanımıyla katılımına açık ve eşit bir yarış ile belirlenmiş olması.


Beşincisi, bu yukarıda anlattığım sürecin, eğer yeni başkan başarılı olmaz ise aynen tekrarlanacağının biliniyor olması
.


Bizde parti liderliği ancak “doğal olaylar ile” el değiştirebiliyor. Bir kere iktidarı ele geçirenin, kendisi istemediği sürece orayı bırakıp gitmesi diye bir şey söz konusu değil.


Eğer böyle bir demokratik geleneğimiz olmuş olsaydı, bugün oturdukları koltuklarda ne Deniz Baykal olabilirdi, ne de Devlet Bahçeli. Rahşan
Hanım da yeni bir parti kurma hevesinin peşine düşmezdi.


Kendisini ve liderini yenilemiş bir partinin seçimdeki şansı bugünkünden daha iyi olmaz mıydı?


Hiç kuşkum yok ki, böyle bir demokratik geleneğimiz olsaydı bugüne kadar yaşadığımız darbelerin çoğunu da yaşamazdık!


Çözümü demokratik siyasetin içinde arama geleneği buna engel olurdu.