’Yahudi lobisi desteğini çekerse’ korkusu
DAVOS Meydan Muharebesi’nin olası sonuçlarından biri de “ABD’deki Yahudi lobisinin Türkiye’ye, Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak verdiği desteği çekmesi” olarak gösteriliyor.
Bu olasılığın bazı çevrelerde endişe yarattığını da görüyorum. “Böyle şeyler cezasız kalmaz” ifadesinin gerisinde bu korku var.
ABD’deki Yahudi lobisinin, soykırım iddialarıyla ilgili olarak Türkiye’nin tezlerine yakın durduğunu herkes biliyor.
Değişik nedenleri var: Yahudi soykırımının “tekil bir örnek” olması iddiaları da bunun nedenidir, Ortadoğu’da yakın ilişki kurulabilecek en batılı ülkenin Türkiye olması da!
Ancak, ABD yönetiminin bu konudaki tavrını sadece Yahudi lobisinin gücüne bağlamak da çok gerçekçi değil.
ABD yönetimi, ABD çıkarlarını, her türlü lobi endişesinin üzerinde tutar.
Eğer bu çıkarlar Türkiye ile ilişkiler konusunda Ermeni iddialarını görmezden gelmeyi gerektiriyorsa gözlerini kapatması için kimsenin desteğine ihtiyacı da yoktur.
Türkiye-ABD ilişkilerinin ulaştığı boyutta bu iddialara hak vermek gerektiğinde de lobiler ne derse desin, yine bildiğini okuyacaktır.
Dolayısıyla korku gereksizdir.
Burada asıl sorgulamamız gereken şey de bu tavrı aşırı içselleştirmiş olmamızdır.
Ermeni iddialarıyla mücadelenin kazanılıp kaybedileceği yer ABD başkanlarının 24 Nisan beyanları değildir.
Dünyanın neredeyse dörtte üçü Ermeni iddialarına hak verirken, tersini bu halklara anlatmayı bile denememek, bu konuda yapmamız gerekenleri yapmadığımızı gösterir.
Bu mesele, temelinde çok kapsamlı bir halkla ilişkiler kampanyasıdır ve Türkiye bu konuda kılını bile kıpırdatmış değil!
Toplantıyı ben yönetiyor olsaydım
DAVOS’taki olaylı panelin yöneticisi olan The Washington Post yazarının tutumu ciddi bir eleştiri konusu oldu.
Başbakan, öfkesi geçtikten sonra sorumluluğu paneli yöneten bu gazeteciye yükledi. Benzer bir tutum İsrail tarafı için de geçerli.
Bu derecede üst düzey panelleri yönetmişliğim yok elbette. Ama bu konuda bir deneyimim de var.
Gerçi böyle durumlarda uyuyakalıp, konuşmacıların neler dediğini kaçırır mıyım korkusunu hep içimde taşırım ama bazen bu tür talepleri reddedebilmek de mümkün olamayabiliyor.
Sonuç olarak şunu söyleyeyim: Ben o panelin yöneticisi olsaydım, toplantıda görüş beyan edenler içinde herkes tarafından suçlanan kişiye daha geniş bir süre vermeyi uygun bulurdum.
O da söz konusu toplantı için Şimon Peres’ten başkası değildir.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Amr Musa ve Recep Tayyip Erdoğan ise panelde sanki ortak bir blok gibiydiler.
Bu nedenle panel yöneticisinin, Şimon Peres’e daha uzun süre vermesi normaldi.
Anormal olan tutum, Şimon Peres’i konuşması sırasındaki tavrı konusunda uyarmaması ve Erdoğan’a “elle müdahale” gayreti idi ki bu durumlarda insanın eline koluna sahip olması da ayrı bir meziyettir!
Bütün olayın sorumluluğu da zaten bu yüzden onun omuzlarına yükleniyor.
Ancak yine de şanslı sayılır. Ya Başbakan Amerikalıları Washington Post okumamaya, reklam vermemeye davet etseydi?
İşte o zaman işsiz bir gazeteci olacağı kesindi!
Deniz Baykal’ın bir ricası var!
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki çıkışına destek verdi. Dünkü gazeteler, Baykal’ın bu konudaki demecine geniş yer vermişlerdi.
Baykal, Başbakan’a haksızlık edildiğini düşünüyor ve tepkiyi de bu nedenle normal buluyor.
Ancak bir ricası var: “Bunu iç politika malzemesi yapmayın!”
Baykal, bu talebine gerekçe olarak Türkiye’deki Yahudi düşmanlığının körükleneceği endişesini dile getiriyor ama bence asıl endişe, bu olayın AKP oyları üzerinde olumlu bir etki yaratması olasılığıdır.
Ve sanıyorum ki Başbakan da bu talebe olumlu yanıt verebilecek bir kişilik değil.
“Tabii Deniz Bey, haklısınız, bunu iç politikada kullanmamaları için parti yöneticilerime talimat verdim” gibi bir sözün Erdoğan’ın ağzından çıktığını duyamayacağız.
Gazze’deki katliamın başladığı günden beri CHP’nin ve liderinin tavrını eleştirdim.
CHP, bu olayı üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal gibi kuruluşlara taşımak konusunda hiçbir şey yapmadı.
İçeride de bu katliamı kitlesel düzeyde protesto etme işini İslamcı parti ve gruplara bıraktı.
Böyle olduğu içindir ki mesele Türkiye’de bir Müslüman-Yahudi çatışması düzeyine indirgenebildi.
CHP, bu konuda ön alabilse, zamanında ciddi bir tepki ortaya koyabilse, bu meseleden siyasi kazanımlar elde etmek konusu İslamcıların tekeline kalmazdı.
Böyle bir öncülük, Türkiye’deki Yahudilere yönelik düşmanca havanın da önlenmesine yardım eder, bu ülkenin vatandaşlarından bir bölümü kendilerini düşmanca bir hava karşısında yapayalnız hissetmezlerdi.
CHP, olaylara sonradan tepki vermek alışkanlığını terk etmelidir.