Almanya’da mahkemenin “asrın soygunu” diye tanımladığı Deniz Feneri e. V. davasının Türkiye ayağı, mutlu bir şekilde sonlandı.
Sanıklardan eski RTÜK Başkanı Zahid Akman,
1 – Deniz Feneri e.V. Derneği’ne ait parayı Türkiye’ye getirmesi;
2 – Şahsi harcamalarının Deniz Feneri e.V. tarafından karşılanması;
3 – Kanal 7’nin uydu kiralarının ödenmesinde Deniz Feneri e.V. Derneği’ne ait paraların kullanılması;
4 – Amaç dışı harcanan Deniz Feneri e.V. Derneği’ne ait paraların resmi muhasebede denkleştirilmesi için sahte “alındı” belgesi düzenlenmesi;
5 – Bu belgelerin Almanya’ya gönderilmesi eylemlerinden dolayı zincirleme olacak şekilde “güveni kötüye kullanma” ve “özel belgede sahtecilik” suçlarından zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle beraat etti.
Mahkeme sanıklara, Türkiye Cumhuriyeti’nden tazminat isteme hakları olduğunu da söyledi ki hak geçmesin! Adalet dediğin böyle bir şeydir zaten.
Gazeteleri okudum, beraat eden ve zaman aşımından yırtan sanıklar, dava sonuçlanınca “Yaşasın Türk adaleti” diye bağırmamışlar ve ayıp etmişler.
Eski Yeşilçam filmlerinde mahkeme sahneleri bu sloganla biterdi, hatırlar mısınız bilmiyorum.
Ama bunu hatırlayacaksınız, Deniz Feneri soruşturmasını yürüttüğü için az kaldı hapse atılacak olan Savcı Abdülvahap Yaren, beraat ettiği duruşmadan sonra bir “canlı türü” tarif etmişti.
Bu canlı türü, yolsuzluklarla milletin parasını cebine indirirken bir organizasyon halinde hareket ediyordu ve Savcı Yaren şöyle demişti:
“Bu imparator, hem altında yer alan figüranlarını koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor. Bu amaçla hem delilleri yok ediyor, hem soruşturma savcılarını yakından takip ediyor. Bu işi ancak bu organizasyonun başındaki hırsızlar imparatoru yapabilir. Halk arasında bir tabir vardır, damda gezer, miyav miyav der diye. Hırsızlar imparatorunun kim olduğuna gelince, her şey apaçık ortada. İsme gerek var mı?”
Bu canlı türüne “felis corruptus imperator” denmesini öneriyorum, bu da benim zooloji bilimine küçük bir katkım olsun.
Bu Latince “isim”, hayvanlar aleminde “felis” olarak bilinen kedigillerin bir alt familyasını tanımlıyor.
“Corruptus imperator” ise yolsuzluk imparatoru anlamına geliyor ki bu da onu diğer “felis”lerden ayırıyor.
Bunlar trafolara kaçan bir tür değil, bunu da belirtmiş olayım.
Onlar “felis silvestris catus” diye biliniyorlar, bildiğiniz sokak kedisi işte.
Gerçi feministler “niye corruptus sözcüğünün maskülen halini kullanıyorsunuz” diye itiraz edebilirler.
Şöyle düşündüm: Bu yolsuzluk işlerine bulaşanlar genellikle erkek oluyorlar, onun için kelimenin maskülen halini kullandım.
Ama feminist itiraz çok olursa “corruptum” da diyebiliriz, böylelikle bir “cinsiyet”
ifade etmekten de uzaklaşabiliriz. Bunu size bırakıyorum, ısrarcı değilim.
Taksicileri kandırıyor
Başbakan Ahmet Davutoğlu önceki gün Ankara’da taksici esnafı ile buluştu ve onlara “büyük müjde” verdi.
Araçlarını 2016 yılı sonuna kadar yenileyen taksicilerden Özel Tüketim Vergisi alınmayacakmış. Bunu şöyle açıkladı:
“Araçlarınızı yenileyin, ÖTV’niz bizden, hayırlı olsun.”
Taksici esnafına şunu söylemek isterim ki bu sözün inanılır bir yönü yok.
Çünkü eğer AKP sizlerin hayatlarını kolaylaştırmak, sizlere bu şekilde destek olmak isteseydi, bunu gerçekleştirmek için eline fırsat bundan üç yıl önce geçmişti.
CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, 15 Şubat 2012 günü, bunu da içeren bir kanun teklifini TBMM’ye sunmuştu.
Umut Oran’ın kanun teklifi, 3 yıldır TBMM Plan Bütçe Komisyonunda bekliyor.
Komisyonda çoğunluğa sahip olan AKP, bu kanun ile ilgili olumlu görüş vermediği için de teklif ele alınamadı.
Onlar dev Mercedeslerinden inip sizin taksilerinize binmezler ama olur da Davutoğlu birgün müşteriniz olursa bunu kendisine hatırlatın, bakalım ne yanıt verecek.
—————————————
İşkence, “basit yaralama” oldu
İzmir’de Karabağlar Polis Merkezi’nde dövülen kadın ile ilgili dava sonuçlandı.
İki polis “basit yaralama” suçundan 1 yıl 3’er ay hapse mahkum edildiler.
Kadının dövülmesini seyreden, dayakçı polislerin kamera görüntü alanına girmemesine yardım eden polisler ise ceza almadı.
Mahkemenin bu kararı, Türkiye’de işkencenin neden önlenemediğini gösteriyor.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, “işkenceyi biz bitirdik” diyor ama onun da kendinden önceki iktidarlardan bu açıdan hiçbir farkı yok.
Kadın, gözaltına alınmış ve karakola götürülmüş. O andan itibaren devletin koruması altında olmalıydı.
Ama olmadı. Orada iki polis kadını dövdüler, arkadaşları da bunu seyretti, engel olmadı.
Bunun adı dünyanın her yerinde “’işkence”dir.
Ben kahvehanede tavla oynarken iki kapıya gele attığıma sinirlenip, karşımdakinin kafasında tavlayı kırıp yaralasam, bu “basit yaralama” olur.
Ama karakola götürülmüş, gözaltına alınmış bir insanı, polis karakolda dövüyorsa bu işkencedir, başka bir şey değil.
Mahkemenin üyesi bir kadın yargıç karara muhalefet ederek cezanın işkence suçundan verilmesini istemiş.
Ama “erkek dünyası” bu!
Eli kolu bağlı bir kadını karakolda döven erkekler, bu olayda da önce amirleri, sonra yargı tarafından korunmuş bulunuyor.
Bu suçlara karşı katı olması gereken idari amirler ve mahkemeler kimi zaman göz yumuyor, kimi zaman da suçu hafifletip geçiştiriyor.
İşte bu nedenle, bu ülkede işkence önlenemiyor.
———————————-
