Yüce Divan korkusu bacayı sarmış!
AKP’nin Anayasa değişikliği paketi üzerine tartışmalarda üzerinde durulması gereken bir husus da Anayasa Mahkemesi’nin “Yüce Divan” görevini, “bugünkü iktidardan bağımsız olarak ” nasıl yerine getirebileceğidir.
Anayasa değişikliği önerisinde, Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek üyeler, Anayasa Mahkemesi’nin büyük çoğunluğunu oluşturuyor.
Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan olarak, görevi ile ilgili suçlar nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı ve bakanları yargılayacak.
Üyelerinin neredeyse tamamı Cumhurbaşkanı tarafından atanacak bir mahkemenin bu görevini hakkıyla ve “bağımsız” olarak yerine getirebilmesi mümkün mü?
Rektör atamaları gösterdi ki Cumhurbaşkanı, AKP iktidarına hâkim olan genel eğilimi sürdürüyor.
Yani göreve atanacaklarda aranan birinci öncelik “yandaş” olmak! Oturacakları sandalyeleri kendilerini atayacak olana borçlu olan “yandaş”ların böyle bir durumda nasıl oy kullanacaklarını tahmin etmek zor değil.
Öte yandan mahkemeye üye olarak atanacakların ancak 6 tanesi yargıçlık tecrübesinden geçerek gelecekler.
Geri kalanlar, bir ceza yargılamasının nasıl olması gerektiğini bilmeyen, hukukun temel kavramlarından uzak kişiler olacaklar.
Böyle bir mahkemenin âdil bir Yüce Divan yargılaması yapabilmesi, sunulan delilleri hakkıyla incelemesi ve hukuken tartışılmayacak kararlar verebilmesi nasıl mümkün olacak?
Öyle görünüyor ki hükümet, sadece bugününü değil, yarınını da kurtarma telaşında! Belli ki Yüce Divan korkusu, şimdiden bacayı sarmış durumda.
Okullarından atılan çocuklar ne olacak?
KÜÇÜK bir çocuğa ayakkabısını boyatan MHP’li Oktay Vural’ın davranışı haklı olarak eleştiriliyor.
Elbette Vural, o çocuğa ayakkabısını boyatmamış olsa bile o çocuk boyacılık yapmaya devam edecekti.
Ancak siyasetçilerimizden bu konularda daha titiz davranmalarını beklememiz gerekir.
Vural, o çocuğa ayakkabısını boyatarak “yardım edeceğine”, benzer durumdaki çocukların sorunlarını bu vesileyle gündeme taşıyabilir, bu konudaki toplumsal hassasiyeti uyandırabilirdi.
Oktay Vural’ı eleştirenler arasında Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu da var.
Çubukçu’nun hassasiyetine katılıyorum, bu tür meselelerdeki genel tutumunu da onaylıyorum. Ama bu konuda, sekiz yıla yaklaşan iktidarlarının hiçbir şey yapmamış olmasının ortak sorumluluğunu taşıdığını da hatırlaması gerekir.
Bu çocukları sokaktan kurtarmak, onlara iyi ve bedava bir eğitim görme fırsatını yaratmak da hükümetin ve dolayısıyla Milli Eğitim Bakanı’nın da görevidir.
Yeri gelmişken Tekel işçilerine destek verdikleri için tasdikname ile okullarından atılan çocukların durumlarını da hatırlamakta yarar var.
Türkiye gibi demokratik hak aramanın cezalandırıldığı bir ülkede yaşadıklarını bilmiyor olmak, o çocukların suçu değil.
Kaldı ki yaptıkları eylem suç da değil!
Tekel işçilerine destek vermek için başlarına böyle bir şey gelen öğrencilere Tekel işçilerinin ve sendikaların her hangi bir destek vermediğini de tekrar hatırlatayım.
Bu ülkenin sendikaları, sivil toplum kuruluşları bu çocuklara destek olmayacaksa, kim olacak?
Ve Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ya da, hazır çocuklar konusundaki hassasiyetini ortaya koymuşken, bu konuda ne yapmayı düşündüğünü de sormuş olayım.
Deniz Feneri’ne bakanlık engeli
DENİZ Feneri e.V. soruşturması giderek “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan” sorusuna dönüşüyor.
Almanya’da açılan ikinci davada, aralarında RTÜK eski başkanı ve hali hazırdaki üyesi Zahid Akman ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman da olmak üzere birçok Türk yargılanacak.
Almanya’daki ikinci dava, işlenen dolandırıcılık suçunun Türkiye ayaklarını ortaya çıkarmaya yarayacak.
Bunun için Almanya’daki savcılar Türkiye’deki sanıkları sorgulamak için izin istemişler ancak Adalet Bakanlığı buna olumlu yanıt vermedi.
Bu nedenle Türkiye’deki soruşturmayı yürüten savcılar da Almanya’daki hükümlüleri sorgulayamıyor.
Böylece her iki soruşturmanın da hızlanması önleniyor, suçluların adalet önünde hesap vermeleri geciktiriliyor.
Bu arada çalınan minarelere ne kılıfların uydurulduğunu ise bilemiyoruz.
Öyle görülüyor ki Türk işçilerinin yardım duygularını sömürerek, dolandırıcılık yapan Türkleri yine sadece Almanya mahkemeleri cezalandırabilecek.
Ankara’daki soruşturma, AKP hükümeti ayakta durduğu sürece öylece beklemeye devam edecek.