AB'ye tam üyelik için 'ayak diremek' gerek
Önce kendimize şu soruyu sormalıyız: Avrupa Birliği’nden “tam üyelik için görüşmelere başlama tarihi almak” gibi bir hedefimiz olmasaydı, Türkiye son üç yılda yaptığı reformları yapabilir miydi?
Sadece biz değil, neredeyse bütün dünya biliyor ki böyle bir hedef olmasaydı, Türkiye’nin demokratik düzeni bugünkünden çok daha geride olacaktı.
Türkiye gerek içeride ve gerekse dış politikada son yıllarda attığı bütün adımları, bu hedefin zorlanmasıyla gerçekleştirdi.
Kopenhag kriterlerine uyma çabası bütün bu sürecin en önemli dinamiğini oluşturdu ve Türkiye, bu çabalarının bir sonucu olarak önümüzdeki ekim ayında Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlayacak.
Türkiye etkilenir!
Öte yandan bu süreçte hiç de hesaplamadığımız başka gelişmeler oldu.
Fransa ve Hollanda’da yapılan halk oylamalarında ortak Avrupa Anayasası’na “hayır” sonucu çıktı.
Avrupa’nın “siyasi birliği derinleştirmek” hedefi, bu sonuçtan ciddi bir zarar görmüş bulunuyor.
Anayasaya verilen “hayır” oylarında, birinci derecede değilse bile Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkma fikrinin payının olduğu da bir başka gerçek olarak önümüzde duruyor.
Bunun sonucu, Avrupa’nın genişleme sürecinin de askıya alınması demek ki, bu da Türkiye’nin üyeliği ile ilgili süreci yakından ilgilendiriyor.
Oylamaların ardından ortaya çıkan “bütçe krizi” de Avrupa’nın siyasi birliğini derinleştirme çabasına vurulmuş bir başka darbe..
Bunlar, Avrupa Birliği fikrinin siyasi değil, ekonomik yönde gelişebileceğini gösteren ipuçları.
Nitekim İngiltere Başbakanı Blair’in bu hafta Avrupa Parlamentosu’na yapacağı sunumda, siyasi birliğin değil, pazar odaklı bir birliğin savunmasını yapacağı bildiriliyor.
Bütün bu gelişmelerin Türkiye’de, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan çevreleri memnun ettiği de bir başka gerçek.
“Ne kadar çabalarsak çabalayalım, Avrupa Birliği’ne giremeyeceğiz” düşüncesi yaygınlaşacak ve esasen bu tür konularda son derece kırılgan olan kamuoyunu etkileyecek.
Unutmamak gerekiyor ki, morali çabuk bozulan bir ulusuz ve reformları gerçekleştirip titizlikle uygulayabilmek her şeyden önce morali yüksek bir kamuoyu gücüne ihtiyaç duyuyor.
Nasıl bir ülke istiyoruz?
İşte tam bu noktada kendimize sormamız gereken bir başka soru var: Biz nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz? Ekonomisi ve demokrasisi gelişmiş bir “Batı” ülkesinde mi, yoksa Ortadoğu’nun ve Orta Asya’nın bazı bölgelerindeki gibi tecrit edilerek içine kapanmış, sınırlı bir demokrasiyle avunan ve dünya ekonomik sisteminden kopuk olduğu için bir türlü gelişemeyen bir ülkede mi?
Aslına bakarsanız sorunun ikinci bölümündeki gibi bir ülkede uzun süre yaşadık. Nasıl bir şey olduğunu dünyanın birçok yerindeki insanlardan çok daha iyi biliyoruz.
Dışa kapalı küçük bir ekonominin ve o zamanki deyişle “cici demokrasi”nin bize neler verebileceğini biliyoruz.
Hedeften şaşmamalı..
Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğimize karar verebilmemiz bu nedenle güç değil aslında.
Geçmişe hastalıklı bir özlemle bağlı olmayanlar için ne yapılması gerektiği bu durumda kendiliğinden ortaya çıkıyor: Hedeften şaşmamak.. Demokrasimizi geliştirmek, ülkemizdeki yasal mevzuatı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerindekine benzer ve paralel hale getirmek, Avrupa Birliği’ne tam üyelik için ayak diremek!