Basının eleştiri hakkının sınırları konusu, karikatürist Musa Kart’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “iplik yumağına dolaşmış bir kedi” olarak çizmesi ve bu nedenle 5 bin YTL para cezasına çarptırılması nedeniyle bir kez daha gündemimize girdi.
Bugün Milliyet’te yer alan bir haber ise “ifade özgürlüğü”nün sınırlarının Avrupa hukukunda nasıl algılandığını ortaya koyuyor.
Zamanın Adalet Bakanı Mehmet Ağar’a yönelttiği “faşist” suçlaması nedeniyle mahkûm olan ve öğretmenlikten de atılan İlknur Birol, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtığı davada haklı bulundu.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “ifade özgürlüğünü” düzenleyen 10. maddesi gereğince haksız bulundu ve 9 bin 500 euro tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Barbar, köpek, faşist…
Bu iki olay bana oldukça eski bir davayı hatırlattı.
Avusturya genel seçimlerinin ardından bir televizyon programında Avusturya Liberal Partisi’nin başkanı Peter, 2. Dünya Savaşı sırasında binlerce sivil Yahudi’nin öldürülmesiyle suçlandı. 1975 yılıydı..
İktidardaki Avusturya Sosyalist Partisi’nin başkanı ve Başbakan Kreisky, muhtemel koalisyon ortağı Peter’i savundu ve iddiaları yöneltenleri “mafya yöntemleri kullanmakla” suçladı.
Viyana’da yayımlanan Profil dergisinde Michael Lingens, Kreisky’yi eleştiren bir yazı yazdı. Lingens yazısında Kreisky için şu sıfatları uygun görmüştü: Aşağılık ahlaksız, namussuz oportünist, haysiyetsiz faşist, vahşi, barbar köpek, siyasi ahlakın asgari müştereklerinden yoksun zavallı..
Lingens, bu yazısının sonunda soluğu mahkemede aldı ve 20 bin Avusturya şilini tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Sonu belli!
Lingens davası, daha sonra Avrupa İnsan Hakları Divanı’na kadar gitti..
Divan, Lingens’in sözlerinin “ifade özgürlüğü” kapsamında yer alması gerektiğine karar verdi. Avusturya hükümeti, Lingens’e 284 bin 538 Avusturya şilini ödemeye mahkum edildi.
Kararda, ceza tehdidi altında özgür basın faaliyetinin sürdürülemeyeceğine vurgu yapıldı ve “politikacıya politikacı olarak söylenen sözler şahsa söylenmiş sayılmaz” denildi.
Bu karar da gösteriyor ki, basın özgürlüğünü cezalandırmaya yönelik her yerel karar eninde sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden dönecektir.
Yargıtay’ın nasıl bir karar vereceğini ve Musa Kart davasının nasıl sonuçlanacağını şimdiden bilemeyiz elbette ama hiç kuşku yok, aleyhte bir karar Avrupa’dan geri dönecek..
Tam da burada basın özgürlüğünün sınırlarının nereden geçtiğini konuşmamız gerekiyor.
Bu gazetede hayır!
Bir gazete yöneticisi olarak asgari terbiye sınırlarını aşan eleştirinin bir gazetede yer almasını doğru bulmuyorum.
Lingens o yazıyı benim yönettiğim bir gazetede yayımlamak isteseydi, hiç kuşkusuz buna karşı çıkardım.
Bu bir “sansür” sayılır mıydı? Kanımca sayılmamalı, çünkü sonuç olarak bir gazetede yazı yazan insanlar o gazetenin genel yayın politikası ile bağlıdır. Bununla bağdaşmadığını düşünenlerin orada yazmaya devam etmemeleri gerekir ve bu her iki taraf için de doğal bir haktır.
Ancak Musa Kart’ın karikatürünü yayımlardım, nitekim mahkûm edilen karikatürü Milliyet’te iki kez yayımladık.
Musa’nın karikatürünü yayımlardım, çünkü terbiye sınırlarını aşmadığını, hatta tam tersine çok bilinen bir espriyi tam da yerinde güzel bir çizgiyle yansıttığını düşünüyorum.
Sınırı vicdanlar çizer
İki örneği art arda vermemin nedeni,basın özgürlüğünün sınırlarının esasen gazetecilerin kişisel vicdanlarında yattığını düşünmemdir.
Gazetecinin hesap vereceği merci siyasi otorite değil, kendisinin ve meslektaşlarının vicdanıdır. Mesleğimizin uluslararası geçerliliği olan etik kurallarıdır.
Bunun dışında “cezalandırmaya” yönelik her hareket ve tehdit basın özgürlüğünü zedeler.
Artık Avrupalı oluyoruz, bunlara da alışmamız gerek…