Bizi bir köstebekten farklı kılan şey nedir?
Bu dizeleri Amin Maalouf’un kendi aile tarihini anlattığı “Yolların Başlangıcı” isimli romanında okudum.. Maalouf’un dedesi Butros tarafından yazılmış bir şiirden bir parça:
“İki yüreğim olmalıydı, birincisi duygusuz, ikincisi her dem sevdalı / Hangi güzel için atıyorsa ona verirdim ikinciyi; öbürüyle mutlu yaşardım..”
Bir çok kişinin hoşuna gidebilecek bir fikir gibi görünüyor, ilk bakışta..
Hatta “mümkünse üç dört tane olsa daha da iyi” diye düşünenler de vardır eminim.
O zaman insan, kalbini çarptıran her güzel için bir tanesini ayırır, elinde kalan “duygusuz” kalple de mutlu mutlu yaşayıp gidebilirdi..
Bu ilginç düşünceye kendinizi kaptırmadan ve “ah keşke, ah keşke..” diye dertlenmeden önce kaçınılmaz bir soruyu da yanıtlamalısınız:
Mutlu olmak için insanın aşk dışındaki yaşamında duygusuz olması mı gerekiyor?
İncelikler, sıcak duygular, dostluklar gerçekte mutlu olmamıza engel olan şeyler midir?
Yoksa tam tersi mi daha doğru? Bunların olmadığı bir yaşamdan mutlu bir yaşam diye söz edebilir miyiz?
Yok aslında farkımız
Schopenhauer’in kütüphanesinde doğa bilimleriyle ilgili bir çok kitap varmış. Böcekler, değişik haşereler ve köstebekler üzerine yazılmış bir dizi kitap..
Özellikle de köstebeklere ilgi duyarmış. Bu çirkin, yavruları küçük kurtçuklara benzeyen, yaşamı boyunca toprağın altında tüneller kazıp, güneşe çıkamayan hayvanı neden bu kadar dikkatle izlediğini şöyle anlatıyor:
“Hayatı boyunca yaptığı tek iş kürek gibi kullandığı kocaman ön ayaklarıyla durup dinlenmeden toprağı kazmak.. Karanlıklar içinde yaşıyor, zayıf gözleriyle ışığa bakamıyor. Bunca sıkıntı çektiği, keyiften yoksun bir yaşantı ona ne veriyor? Hayatın getirdiği kaygılar ve sıkıntılar ile hayattan elde edilen fayda arasında çok büyük bir uçurum var.”
Yaşamı “doğmak, karnını doyurmak, üremek ve ölmek”ten ibaret bir süreç olarak ele alırsak aslında köstebeklerle, bizler arasında çok da fark yok..
O toprağın altında gün yüzü görmeden çalışırken, biz aynı şeyi plazalarda, fabrikalarda yapıyoruz. Acıkınca yemek yiyor, yorulunca uyuyor, üreyerek neslimizi devam ettirmeye çalışıyor, vakti gelince de ölüp gidiyoruz..
Yaşam alametleri!
Ama yine de çok iyi biliyoruz ki köstebeklerden temel bir farkımız var.
Evet aynı süreç içinde benzer eylemleri yapıyoruz belki ama onun dışındaki zamanlarda tiyatroya, sinemaya gidiyor, müzik dinliyor, romanlar okuyor, yaşamımızın gerçek efendisi olabilmek için onun üzerine düşünüyor, okuyor, yazıyoruz..
Bütün bunların toplamına “duygu” diyebiliriz diye düşünüyorum.. Sonuç itibariyle varlıklarını beş duyumuzun yardımıyla hissedebileceğimiz “yaşam alametleri” bunlar..
Yaşam hikayesini okurken çok sevdiğim bir adam Butros Maalouf… Ama feci halde yanılmış yaşamının bir bölümünde..
Duygularımız olmadan bir köstebekten farklı olamayacağımızı görememiş.
Ziyanı yok, kalbimiz varsın bir tane olsun… Yeter ki içinde duygulara da, içimizi hoplatan güzellere de ayırabileceğimiz özel yerler bulunsun!