Recep Tayyip Erdoğan ile Balgat’taki AKP Genel Merkezi’nde görüştük. Yoğun bir programın arasına sıkıştırılmış bir randevuydu bizimki…
Özel Kalem’de içerideki Rus heyetinin çıkmasını beklerken Genel Başkanlık katındaki bitmek bilmez koşuşturmayı izledim. İktidara yeni gelmiş herhangi bir parti merkezinde rastlanabilecek bir koşuşturma… Birbiri ardına gelip giden heyetler, bitmek bilmez konuşmalar, durmaksızın çalan telefonlar…
Doğrusunu isterseniz siyasete olan hevesimin çok genç yaşlarda başlayıp orada da hemen bitmiş olmasından memnuniyet duyduğumu hissettim. Bu sadece politikayı çok seven insanların kaldırabileceği bir tempo…
Odaya ‘tıkıyorlar’
Düşünün: Yorucu bir seçim kampanyasından galibiyetle çıkıyorsunuz ve sonra sizi bir odaya adeta “tıkıyorlar” ve bir an için olsun dışarı çıkmanıza izin vermiyorlar… Hayır, bu bana göre bir iş değil…
Recep Tayyip Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü Dr. Serdar Çam ile sohbet ettim görüşme sıramızı beklerken.
Dr. Çam, ODTÜ mezunu bir kimya mühendisi. Boston’da “işletme master”ı, İstanbul’da “uluslararası pazarlama” doktorası yapmış. Eylülden beri Erdoğan’ın özel kalem müdürü… Bu koşuşturmaya nasıl tahammül edebildiğini soruyorum: “Bunu hizmet için bir fırsat olarak gördüm” diyor, “İnşallah Türkiye’nin işleri rayına girerse ben de bir an önce kendi mesleğime döneceğim”…
Neden olmasın?
Recep Tayyip Erdoğan, bu bunaltıcı ortamdan hiç etkilenmemiş gibi duruyor. Kopenhag öncesi yoğun gezi trafiğinden de hiç etkilenmediğini söylüyor. “Sizin arkadaşların hepsi sonunda döküldü” derken birçok gazetecinin hastalanarak bitirdiği bir “mini dünya turunu” sapasağlam tamamlamış olmaktan gurur duyduğunu hissediyorum…
Kopenhag öncesi dönemde hükümetin yeni kurulma aşamasında olduğunu ve siyasi yasaklı olarak seçimlere katılamadığı için, Abdullah Gül burada hükümet işleriyle meşgul olurken kendisinin yürüttüğü mekik diplomasisinin Türkiye için çok yararlı bir sonuç çıkarttığını söylüyor…
Şakayla kendisine soruyorum: “Madem bu ikili yapı, Türkiye’nin lehine oluyor. Siirt seçiminden sonra da bu durumu korumayı mı düşünüyorsunuz?”
Gülümsüyor ve “Neden olmasın?” diye soruyor. Sonra da ekliyor: “Zaten bu benim kendi başıma verebileceğim bir karar değil. Oturup konuşacağız, bakalım arkadaşlar ne düşünecekler…”
İşin doğrusu Başbakanlık’ta ve AKP Genel Merkezi’nde geçirdiğim iki günden sonra bu tablonun “işe yaradığını” düşünüyorum.
1975 yılından beri Başbakanlık’ta her iktidar değişiminden sonra gelip giden heyetlerin yarattığı “kutlama kalabalığının” hükümetlerin en azından ilk üç – dört aylarını yiyip bitirdiğine çok tanık oldum. Demirel’in son başbakanlığında neredeyse altı ay süreyle başbakanlık binasının davullu zurnalı kutlamalara tanık olduğunu hatırlıyorum.
İşbölümü kazandırıyor
Erdoğan ile Gül arasındaki işbölümü, hükümete bu çok önemli zamanı kazandırıyor. Başbakanlık koridorlarında eski kalabalık heyetlere rastlanmıyor. Belli ki o trafik daha çok AKP Genel Merkezi’ne yönlendirilmiş.
Türkiye gerçekten yeni bir iş yapma anlayışı ile tanışıyor. Dileyelim, bu ülkemiz için yararlı sonuçlar yaratacak bir dönem olsun.