Nietzsche’nin bir sözünü not etmişim, ajandamdaki bir sayfaya.. Ama neden bunu yapmışım, düşündüm, hatırlayamadım bir türlü.. Şöyle diyor: “Yaşam bu muymuş? İyi, sonra bakarız!”
Gençlik yıllarımda hiç anlayamadığım bir şeydi, insanın kendi kendine “hayatını sorgulaması”.. Soğuk espriler de yapardım bu konuyla ilgili.. “Sorguladım ama bir türlü konuşturamadım, acaba elektrik de verse miydim? Yoksa Filistin Askısı daha mı iyi olurdu?” gibi.. 
Nasıl olsa önümde daha çok yıllar var, diye düşünüyordum herhalde.. Nietzsche gibi: Sonra bakarız!..
Yeni bilgi, yeni istekler..
Sanırım biraz da Doğu felsefesinden etkilenmiş olmalıyım, o yıllarda.. 
Bir Budist rahibi değildim elbette ama yolun henüz çok başlarında olduğum için, yaşamımın sadece elde ettiğim şeylerden oluşmadığının da farkındaydım.
Siyasetle ilgiliydim, o dönemin en iyi okuluna girmeyi başarmıştım. Gazetecilik yapmak istiyordum, çok iyi bir “öğretmenin” yanında, hem de üstüne para da kazanarak bu işi öğreniyordum. 
Ama elde ettiğim her şey, yeni bir isteğin doğmasına yol açıyordu.
Lautremont’u okumamıştım. Dolayısıyla, “Daha sonra yapacağım şeylerle ilgilenmeyi gereksinmem. Yaptığımı yapmalıydım. Daha sonra bulgulayacağım şeyleri bulgulamayı gereksinmem. Her şeyin kendi sırası vardır” sözünden de habersizdim. 
<S34
Kafamda sadece gelecek vardı: Planlar, projeler, hevesler..
Bunu o kadar abartmış olmalıyım ki, çok geç farkına vardım: Yaşamımdaki önemli her şeyi bir zaman sürecine bırakmışım.
20 yaşındaki bir insan için gelecek çok uzak bir mesafeymiş gibi görünüyor. 45’i devirip 50’ye doğru yol alan birisi için ise gelecek sanki yarın gibi..
Zaman eskisine göre daha hızlı geçiyor artık.
Bunu “eyvah, ölüm yaklaşıyor” hezeyanı içinde söylemiyorum. Bunu zaten kim bilebilir? Sadece ne yapacaksam, artık bir an önce yapmam gerektiğini biliyorum. 
Hayatımı da sorgulayabiliyorum. Özel sorgulama yöntemlerine başvurmadan hem de..
Çünkü, insanın kendi yaşamının sahibi olmasının tek yolunun, yaşamı üzerine düşünmesi olduğunu da öğrendim.
Hayal gücü kadar büyük yaşam 
İnsan hayatının ikili bir yapısı var. Bir tanesi işte öyle fiziksel olarak yaşadığımız, yiyip, içip, çalışıp, uyuyup geçirdiğimiz “nesnel” yaşamımız. Ötekisi ise değerlendirme yeteneğimizi kullanarak tanımlayabildiğimiz yaşamımız. 
İkincisini yapmadan da insan yaşayabiliyor elbette, ama o zaman kendi yaşamınızın sahibi olamıyorsunuz.
Çoğu sizin dışınızda gelişen, önceden tanımlanmış, sınırları ve kuralları olan bir yaşamınız oluyor. Bunu değiştirebilmek, kendinize gerçek bir yaşam kurabilmek, ancak üzerine düşünceler geliştirebildiğiniz oranda mümkün olabiliyor. 
Özgür, bekâr ve yaşlı
Bunları yazıyor olmamın nedeni, yazacak bir konu bulamamış olmam değil.
Geçenlerde The Times’ın Style ekinde bir yazı okudum. 50 yaşını devirmiş erkekler ile ilgili bir yazı.. Başlığı da şöyleydi: Free, single, old! (Özgür, bekâr, yaşlı!) 
Çocuklarını büyütüp, okutmuş, evden göndermiş; eşinden ayrılmış ya da dul kalmış ve ellisinden sonra yaşamının elinden uçup gitmekte olduğunu fark etmiş erkeklerle ilgili bir yazı..
Pahalı motosikletler, spor otomobiller, 20’lik çıtırlarla yaşamına yeniden sahip olma çabasına girişen, deri ceketli, uzun beyaz saçlı bunalımlı insanlar.. 
O yazıyı okurken acaba ben de böyle olacak mıyım diye korktum bir an, tahtaya vurdum iki kere..
Hayır, öyle olmayacağımdan eminim. Çünkü kendi yaşamımın sahibi olduğumu, sahibi olduğum bir şeyin de elimden uçup gitmesine izin vermeyeceğimi biliyorum.
