Yale Üniversitesi askeri ve denizcilik tarihi profesörü John Lewis Gaddis’in, Foreign Policy dergisinin son sayısında yayımlanan makalesi, bugün yaşadığımız bölgesel krizin düşünsel temellerini açıklıyor.
11 Eylül saldırısı, Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde önemli bir değişikliğe yol açtı.
Yeni strateji şu çerçevenin içine oturuyor: “Barışı savunmak için teröristler ve diktatörlerle savaşılacak. Barışı korumak için, dünyadaki öteki büyük güçlerle işbirliği yapılacak. Barışı yaymak için, özgür ve açık toplumlar her kıtada teşvik edilecek.”
Eskisi ve yenisi..
Bundan önceki Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni bir karşılaştırma yapmak isteyenler için özetliyorum: “Amerika’nın güvenliği güçlendirilecek. Amerika’nın ekonomik zenginliği artırılacak. Dışarıda demokrasi ve insan hakları desteklenecek.”
Bugün Irak’ta karşı karşıya kaldığımız tabloyu sadece “zengin petrol kaynaklarına sahip olma hırsı” ile açıklayanlar için dikkate alınması gereken bir değişiklik bu.
Petrol, elbette bölgedeki denklemlerin anlaşılmasında ve çözümlenmesinde önemli bir faktör, ancak Irak’ta artık çok yaklaşan savaşın tek sebebi de değil.
Son değil bir ‘ilk’
Amerika, nihai tahlilde kendi güvenliğini (ve bu arada elbette petrol kaynaklarının da güvenli ellerde olmasını) sağlamak amacıyla, daha önce Almanya ve Japonya’da deneyip başardığı şeyi bu kez Ortadoğu’da yapmak istiyor: Diktatörlerin gerektiğinde askeri güçle yıkıldığı ve Ortadoğu’nun zengin – fakir ülkelerinin de demokrasiye geçişinin sağlandığı bir tablo..
Bu stratejinin gerekleri şayet Irak’ta yerine getirilebilirse, bunun bir son değil, bir dizi siyasi sorun ve belki yeni savaşların da başlatıcısı bir “ilk” olacağını göreceğiz.
Kavga körüklendikçe…
Amerika ve yandaşları bu konuda çok iyimser görünüyorlar. Eğer, Washington’un öngördüğü gibi, Irak halkı, Amerikan askerlerini ellerinde Amerikan bayraklarıyla bir kurtarıcı olarak karşılayacak olurlarsa ne âlâ..
Ama bunun Irak söz konusu olduğunda o kadar kolay olmadığının ipuçları da dün sözünü ettiğim Doğan Şentürk’ün “Saddam’ın BAAS’ı” isimli kitabında var.
Şentürk’ten aktarıyorum:
“Her totaliter rejimin yaptığı gibi Bağdat da, bugüne kadar ülkesindeki etnik renkliliği ve sosyal dokusundaki başkalıkları körükleyerek rejime alternatif çıkmasının yolunu kesti. Bunun yanı sıra, bütünden farklı ve ayrı olarak gördüğü Arap olmayan toplulukların birbirleriyle kavgasını devamlı kılarak, kendi içerisinde birbirini dengeleyen ve güdük bırakan bir sistem oluşturdu.”
“Bu noktadan hareketle bölge ve Irak hakkında yapılacak analizlerde aşiretleri dikkate almak gerekiyor. Çünkü sosyal yapının en önemli dokusu olan feodal yapılı aşiretler, bugüne kadar yapılan düzenli çalışmalarda yeterli düzeyde ele alınmadı. Halbuki, Irak aşiretleri, Irak’ın takip ettiği Kürt siyasetine ve Irak’ın idari sistemine de etki etmiştir. Kürtlerin birbirleriyle ve “diğerleri” ile uzlaşamamasında da, siyasi sınırların etnik ve kültürel sınırların gerisinde kaldığı coğrafya da büyük öneme sahiptir.”
Kargaşa mutlaka olacak
Yeni tezkere kabul edilse de, edilmese de karşılaşacağımız gerçek budur: Sınırımızın hemen dibinde, birbirine düşman aşiretlerden ve etnik gruplardan oluşan bir kargaşa ortamı..
Bunun ne kadar dışında kalabileceğimiz sorusuna verilecek yanıt, tezkere konusunda nasıl bir tutum takınmamız gerektiğini de ortaya koyuyor.
Ve bu basit ırkçılık ve hamasetle yüklü akrabalık ilişkileriyle açıklanamayacak bir soru. Doğrudan Türkiye’nin ulusal güvenliği ile ilgili bir soru.
Benim bulduğum yanıt şu: Ne kadar çok istesek de bunun dışında kalamayız.