Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Laikliği korumak kimin işi?

 Milli Eğitim Bakanlığı’nın lise öğrencileri için camilerde uygulamalı din dersi projesi ile ilgili olarak yazdığım yazı şöyle bitiyordu:

“Ortaöğretimde din eğitiminin ‘seçmeli-gönüllü’ hale getirilmesi gerekirken, şimdi buna bir de ‘zorunlu cami ziyareti’ eklenmesinin bir tek amacı olabilir: Türkiye’nin laik anayasal düzenini değiştirmek için bir ‘altyapı’ oluşturma hevesi!
Zannediyorlar ki ucundan kenarından tırtıkladıkça bir gün laik düzeni değiştirmeleri mümkün olabilecek..
Buna izin verilemez..”
Bu yazı yayımlandıktan sonraki günlerde birçok okuyucunun benzer bir sorusuna muhatap oldum:
“İzin vermeyecek olan kim?”

Ancak asker yapabilir!
Özellikle, uygulamalı din dersine taraftar olan okuyucular, bu sözlerimle “askere davetiye çıkarmak istediğimi” belirterek beni “antidemokrat”lıkla suçladılar.
Kendisini “laik” olarak tanımlayan okuyucuların yine aynı yöndeki sorusu, içinde umutsuzluk izleri taşıyan cümlelerle ifade ediliyordu: Laikliği koruyacak kim kaldı ki?
Aslında her iki görüşteki okuyucuların da kafalarının gerisinde aynı şey yatıyor: Laikliği korumak askerlerin işi, dolayısıyla böyle bir davet ancak askerlere yapılabilir. Ama Avrupa Birliği süreci artık bunu imkânsız kıldığına göre, laikliği koruyacak bir güç de yok.. Böyle bir güç varsa bile bunu göreve çağırmak antidemokrat bir tutum..

Sıradan vatandaşlar
Açık söylemek gerekirse, o son cümleyi yazarken okuyucuların bu tür bir algılaması ile karşılaşacağımı düşünmemiştim.
Sebebi de şuydu: Laik ve demokratik bir ülkede, demokrasi değerlerinin içselleştirildiği bir ülkede, laik düzeni yıkmaya yönelik girişimlere karşı çıkacak olanların, doğrudan doğruya bizler gibi sıradan vatandaşlar olduğunu düşünüyor olmam..
Özel yaşamlarında İslami yaşam biçiminin gereklerini yerine getirmeye çalışan ama laik düzenle barışık “mütedeyyin” insanlar da, İslamın tüm kurallarına uymadıkları halde kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar da, dini kurallarla pek ilgisi olmayan insanlar da bunun içine giriyorlardı..
Çünkü sayıları aslında hiç de çok olmayan radikal İslamcı bir grup dışında tüm vatandaşların, bugünkü yaşam biçimimizi korumak konusunda, farklı siyasal ve toplumsal eğilimleri benimsiyor olsalar da bir fikir birliği içinde olduklarına inanıyorum.
Eğer aksi geçerli olsaydı, bugüne kadar zaten ortada ne laik düzen kalabilirdi, ne de her gün biraz daha geliştirmeye çalıştığımız demokrasimiz..
Bu fikir birliği sayesindedir ki, yıllardır değişik sorunlarımız olmasına rağmen huzur içinde bir arada yaşayabiliyoruz.

Sessizler seslenir!
Türkiye’nin sessiz çoğunluğunun bir tek derdi var: Yaşam koşullarını iyileştirmek, çocuklarına iyi bir eğitim verebilmek ve huzur içinde yaşamak!
Bunu bozacak her türlü girişimin karşısında “sessiz çoğunluğun” sesini yükselteceğine inanıyorum.
Sivil toplum kuruluşlarıyla, sendikalarıyla, siyasi partileriyle ve meslek kuruluşlarıyla bütün bir toplum..
Ve şunu da söylemeliyim ki demokrasimiz giderek geliştikçe, kendisini yıkmaya hevesli düşüncelere karşı giderek daha da güçlenecektir.
Bu dünyanın her yerinde böyle oldu, Türkiye’de de olayların daha farklı gelişmesi için bir neden yok.

Temel görevleri budur
Öte yandan sivil toplum dışında, laik Cumhuriyet’in anayasal tüm organlarının da görevi zaten budur: Anayasal düzenimizi, vatandaşların hak ve özgürlüklerini korumak!
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, hükümetin, TBMM’nin, bağımsız yargı organlarımızın en temel görevi budur.
Bu düzeni değiştirmeye kalkışmak, anayasal düzeni yıkmaya çalışmak anlamına gelir ki bunu yasal olarak kimlerin kovuşturması gerektiği ve buna teşebbüs edenlerin cezalarının neler olabileceği de yasalarımızda yazılı bulunuyor.
İçinde yaşadığımız dönemde bu görevi ihmal edenler, önemsemeyenler olabilir.
Seçim günü gelip çattığında onlardan bunun hesabını soracak olanlar da yine Türkiye’nin demokrasiye ve laik Cumhuriyet’e inanan insanları olacaktır.