Bayram tatili için İstanbul’dan uzaklaşmadığıma çok memnunum.
Bu uzun tatili, sadece sevdiğim şeyleri yaparak geçirmeye karar verdim. Bir sürü kitap taşıdım eve. Seyretmekle bitmeyecek kadar çok DVD de…
Gerçi daha hafta sonu bitmeden ‘Sopranolar’ın ilk sezon bölümlerini seyretmiş bulunuyorum. Yaklaşık olarak 12 saatimi film seyrederek geçirmişim bu hesapla… Geride daha bir 13 bölüm var. Ve ’24’ün tümü… Ve şimdi burada tek tek sıralayamayacağım bir sürü film de.
Gerçekleri görüyorsun…
Dışarıda inanılmaz bir manzara var. Bahçemdeki zakkumlar, üzerlerinde biriken karın ağırlığıyla yere yapışmış durumdalar. Çıkıp üzerlerindeki karları silkelemem gerektiğinin farkındayım ama bembeyaz bir örtü gibi uzanan karları ezmeye de kıyamıyorum.
Bir yandan da kendi kendimle mücadele ediyorum, çıkıp kar altında saatlerce yürümek için… Ama ne filmleri bırakabiliyorum, ne kitapları…
Atilla Dorsay’ın ‘Ne Şurup-Şeker Şarkılardı Onlar’ isimli kitabına başladım. Dorsay’ın ‘Kişisel 20. Yüzyıl Pop Müzik Tarihi’…
Binlerce şarkının yanı sıra Sezen Aksu’nun eski bir şarkısından da söz ediyor Dorsay: Biliyorsun…
“Sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun / Beraber olamayız, benim gibi biliyorsun / Bir başka dünyanın insanısın yavrucağım / Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun”…
Neşe de duygu değil mi?
Dorsay, “Romantik bir dönemime gelmişti bu parça ve içimdeki karamsar duygulara tam anlamıyla tercüman olmuştu” diye yazıyor…
Başlıktaki soru bu satırları okuyunca takıldı aklıma. Neden romantizm, hüzünle ve kederle bir arada olabiliyor? Neden çok neşeli olduğumuz anlarda, romantik duygular aklımıza gelmiyor?
“Duygu ve duyumları önemsemek, doğal güzelliklere taparcasına hayran olmak, düş gücüne önem vermek, insanın ruhsal dünyasına yenilmek romantizmin temel özellikleridir” diye tanımlıyor ansiklopediler romantizmi.
Neşe de insana ilişkin bir duygu durumu değil mi?
Beethoven’ın dünyada belki de en çok bilinen eseri 9’uncu Senfoni bile ‘romantizmin babalarından’ Schiller’in ‘Ode To Joy (Neşeye Övgü)’ isimli şiiri üzerine yazılmamış mıydı?
Evet yazılmıştı ama şimdi neşeli birisini görünce aklımıza ‘Ne romantik adam’ demek gelmiyor nedense. Doktor Jivago’yu romantik buluyoruz ama ‘The Grumpy Old Man’i seyredip gülerken romantizm aklımıza bile gelmiyor.
Romantik dediğin…
Romantik dediğin biraz da kederli olmalı diye düşünüyoruz. Hüzünle bakan kadınlar ve erkekler…
Bir şarkı çaldığında derinlere dalıp giden insanlar… Karların ağırlığı altında ezilen ağaçlar… Cama vuran yağmur damlaları… Bulutlu gri bir havada balıkçı tezgâhlarında yanan binlerce mumluk ampullerin ışığına gelen çığlık çığlığa martılar…
Beni soracak olursanız bu açıdan bakıldığında ‘romantik’ bir dönemimdeyim galiba.
Yanıtı bulacak mıyım?
Dün sabah İstanbul’un karlar altındaki mezarlıklarında ‘bayram ziyaretlerini yaparken’ içimi kaplayan hüzünden mi ileri geliyor bu bilmiyorum.
Bu bayram eğlencelerimin arasına şimdi bu soruya yanıt aramak dahil oldu. Bakalım yanıtını bulmayı başarabilecek miyim?
Herkese mutlu ve neşeli bir bayram diliyorum. Etrafımızda olup bitenler bizleri romantizme ne kadar zorlarsa zorlasın, yüzünüzden tebessüm hiç eksik olmasın. Bayramınız kutlu olsun.