Aldığım bir duyuma göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Federasyon Başkanı Levent Bıçakcı’ya talimat vermiş: Ne yapın edin, ne gerekiyorsa harcayın ve mutlaka Almanya’daki Dünya Kupası finallerine katılın!
Bu ne yapın edin, ne gerekiyorsa harcayın talimatı elbette takımları, hakemleri satın alın anlamına gelmiyor. Zaten bir milli maçta hangi oyuncu takımını satar, hangi üst düzey hakem üç kuruş için kendi adını lekeler ki ?
Bu talimat büyük olasılıkla Milli Takım Teknik Direktörlüğü tartışmaları ile ilgili olmalı.
Bu da son derece normal. Bir Başbakan’ın, ülke açısından böyle önemli bir tanıtım fırsatını kaçırmak istememesinden söz ediyorum..
Dünkü gazetelerde Ersun Yanal’ın, Federasyon’dan habersiz olarak Akdeniz Oyunları kafilesine katılmamış olması, Yanal’ın sonu başlıklarıyla değerlendirildi.
Aslına bakarsanız Yanal’ın sonu, İstanbul’daki Ukrayna ve Yunanistan maçlarından sonra da gelmişti, ama Federasyon’un bu konudaki kararsızlığı işi sonunda buraya kadar getirdi.
Hayal değil
Şimdi önümüzde üç maç var. İçeride Danimarka, dışarıda da Arnavutluk ve Ukrayna ile oynayacağız.
Bu harika fikstürün arkasındaki deha kim bilmiyorum, ama bu grupta olabilecek en kötü deplasmana puana en çok ihtiyacımız olduğu dönemde çıkacağız ki, bu da herkesin düşüncesinin aksine Kiev değil, Tiran deplasmanıdır.
Ama yine de Türkiye Milli Takımı açısından bakarsanız bu üç maçta dokuz puan almak hiç de hayal gibi görünmüyor.
Şimdi önümüzdeki soru şu: Öyle bir teknik adam bulmalıyız ki, bu üç maçta bize dokuz puanı alacak takımı kursun ve sahaya çıkarsın.
Soru böyle tarif edilince iş hiç de kolay değil.
“Yeni bir teknik adam gelsin, ülkeyi, oyuncuları, rakipleri tanısın, bu arada bir iki maç kaybedilse de önemli değil” diyebilecek bir durumda değiliz.
Bu durumda elimizdeki isimler son derece sınırlı.. Benim aklıma Fatih Terim, Mustafa Denizli ve Lucescu’dan başkası gelmiyor..
Lucescu ve Denizli bilinen nedenlerle futbol kamuoyumuza pek sempatik görünmüyorlar. Geriye Terim kalıyor ki en doğru seçim de kanaatimce bu olur, daha önce de yazmıştım.
Ancak Terim gibi kendi ilkeleri olan bir teknik direktör, bu kadar zayıf bir federasyonla çalışmak ister mi, “Artık Türkiye’de çalışmayacağım” sözünü Milli Takım söz konusu olunca geri alabilir mi, kestirebilmek zor.
Bugün bu sıkışıklığı yaşıyor olmamızın tek nedeni ise Federasyon’un en başında kararlı davranmamış olması..
Geçirdiğimiz süreç işletme yönetimi derslerinde örnek olarak anlatılabilecek kadar açık: Risk almaktan korkan yöneticilerin, bir gün sadece bu korkuları yüzünden kaybetmeye mahkum olmaları…
Terim’e karşı çıkan Tayyip Erdoğan mıydı?
Şenol Güneş’in Milli Takımlar Teknik Direktörlüğü’nden ayrılmasından sonra beklenen normal gelişme Fatih Terim’in bu göreve getirilmesiydi.
Terim de o günlerde Galatasaray ile ilişkisini kesmişti.
Ancak Haluk Ulusoy Federasyonu bu beklentinin tam tersini gerçekleştirdi ve Ersun Yanal’ı Milli Takım’ın başına getirdi.
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra Haluk Ulusoy, sanıyorum ki federasyon başkanlığından ayrılmış olmanın da verdiği rahatlıkla, milli takım teknik direktörü seçimi ile ilgili bazı şeyler söyledi.
O tarihte bu sözlerin üzerinde pek durmamıştım. Ulusoy, Milli Takım’ın başına aslında Fatih Terim’i getirmek istediğini ancak yukarılardan esen rüzgârların bunu imkansız kıldığını söylemişti.
Milli takım teknik direktörlüğü konusu yeniden güncelleşince, Milliyet Taktik’te bu köşede Fatih Terim’in en doğru seçim olacağını yazmıştım.
Bunun üzerine Ankara kulislerinde neler olup bittiğini iyi takip eden bir arkadaşım aradı ve şunları anlattı: Haluk Ulusoy, Fatih Terim’i milli takımın başına getirmek istediğinde ona engel olan kişi Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değil. Erdoğan’ın, Terim’e karşı çıkması ise kişisel bir kırgınlıktan kaynaklanıyor. Fatih Terim’in yaptırdığı okulu aslında Başbakan Erdoğan açacaktı. Ancak o gün Erdoğan genellikle olduğu gibi o törene de geç kaldı. Bunun üzerine konuklarını daha fazla bekletmek istemeyen Terim, okulun açılışını babasına yaptırınca Erdoğan bu işe sinirlendi. O günlerde Terim yerine Yanal’ın teknik direktör olmasının nedeni budur.
Yeni bir futbolcu kuşağı için..
Milli Takım’ın Dünya üçüncülüğü ve Avrupa çeyrek finalistliği ile Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğunun gerisinde çok önemli bir oyuncu kuşağının yakalanmış olması yatıyordu.
Bu da bir tesadüfle olmadı. Başta Fatih Terim olmak üzere kurulan ekip, yıllarca bütün ülkedeki oyuncuları izledi ve yetenekli genç oyuncuları bulup, ortaya çıkardı.
Bu oyuncular hakkında hazırlanan dosyalar ülkenin önde gelen kulüplerine verildi ve o oyuncuların bu kulüplerde deneyim kazanmaları sağlandı.
Başarı ancak bu uzun ve yorucu çalışmanın ardından geldi.
Şimdi önümüzdeki yıllar için de böyle bir çalışmaya ihtiyacımız var.
Ama ne Federasyon’da, ne de kulüplerde böyle bir çaba görünüyor.
Ve çok çarpıcı bir deneyimi de bu arada yaşıyoruz.
Hollanda’daki Dünya 20 yaşaltı gençler şampiyonasının önemli takımlarından biri olan Türk Milli Takımı’nın durumuna bakmak, bunu görmek için yeterli.
Pas tutacaklar
Oyuncularımızdan neredeyse hiçbiri Türkiye’de tanınmıyor. Onu bırakın, takımı başından sonuna eksiksiz sayabilecek ben de dahil kaç spor yazarı var, bilmiyorum.
Gazetelerdeki haberlerde gerçekten çok yetenekli oyuncularımız olduğunu okuyoruz, ama bu oyuncuların hiçbiri büyük takımların transfer listelerinde görünmüyor.
Büyük olasılıkla seneye de birinci ligimizde 30 yaşını geçmiş bir sürü yabancı oynarken, bu çocuklar ya yedek kulübesinde pas tutacaklar ya da ikinci ligin kendine özgü hayhuyu içinde kaybolup gidecekler.
Federasyon’un, Türk futbolunun geleceği için bu konuda ciddi bir plan ortaya koyması gerekiyor.
Aksi taktirde Aziz Yıldırım’ın “o başarılar tesadüftü” sözü sadece Türkiye’de değil, dünya futbol kamuoyunda da güçlü bir taraftar kitlesi bulacak.