Türk gibi başlayıp Türk gibi bitirdik!
Önceki gece televizyonlarından beş bin metre finalini izleyen milyonlarca Türk gibi ben de büyük bir hayal kırıklığı yaşadım.
Elvan’ın umutsuzca direnişini ve sonra yarışı bırakışını..
İlk üçe giren atletlerin sevinç içinde zıplayışlarına mahzun gözlerle bakıp soyunma odasına doğru yürüyüşünü izledim..
Bir sporcu için Olimpiyatlar’da yarışmanın ve yarışı tamamlamanın bile kendi başına çok büyük bir anlamı olduğunu biliyorum.
Bu konuda o kadar çok kitap okudum ve film seyrettim ki, Elvan’ın o son 800 metreyi koşarken içinin nasıl yandığını hissedebiliyordum.
Atina Olimpiyat Oyunları çok önemli bir gerçeği gözümüzün içine bir kez daha soktu..
Sahip olduğumuz değerleri kullanamıyoruz. Ve bunun tek nedeni bilime ve bilimsel çalışmaya önem vermeyişimiz, kurumlarımızı “ahbap çavuş” ilişkileriyle yönetmeye çalışmamız..
Tarihi fırsatı kaçırdık
Türkiye, tarihinde ilk defa atletizmde böyle bir kadro yakalamıştı ve bunu kullanamadık.
Süreyya Ayhan, pistlere çıktığı ilk günden beri uluslararası çapta nasıl bir yetenek olduğunu göstermişti.
Onu Olimpiyatlar’da yarıştırmayı bile başaramadık.
Elvan Abeylegesse’nin dünya çapında bir yıldız olduğu kırdığı rekordan da belliydi ama Olimpiyat’tan madalyasız dönüyor.
Eşref Apak çekiç atmada madalyayı kıl payı kaçırdı, çünkü Türkiye’de çalıştığı yerdeki “kafes” nizami ölçülerden büyüktü..
Apak’ın “büyük yıldız” vasıfları taşıyan bir atlet olduğunu biz değil, dünya atletizm otoriteleri söylüyor..
20 Kilometre Yürüyüş yarışında Yeliz Ay, kafilesinde dört antrenör olan bir ülkenin atleti olarak tek başına “yürüdü”, yarış sırasında su ihtiyacını bir takım arkadaşı karşılıyordu..
Uluslararası çaptaki böyle bir kadro ülkeye hüsranla dönüyorsa, Türkiye’de atletizmin yönetildiğini söyleyebilir miyiz?
Sorumlu, yönetenler ve bütçe
Gençlik ve Spor Müdürü Mehmet Atalay ile Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Yurdadön, bu atletlerimiz altın madalyalar ile yurda dönselerdi hiç kuşkunuz olmasın televizyonlarda ve gazetelerde baş rollerde olacaklardı..
Galibiyetin sahibinin “yönetenler” olduğu bir spor düzeni içinde, mağlubiyetin sorumlusunun kim olduğunu aramaya hiç gerek yok.
Bu başarısızlığın sorumlusu Atalay ve Yurdadön’dür. İstifa etmeleri Türkiye’de atletizmin önünü açacak gelişmeler doğurabilir.
Nejat Kök, Cüneyt Koryürek gibi atletizmin ne olduğunu bilen, bilimsel gelişmeleri izleyebilen ve bilimsel çalışmaya inanan spor adamlarının olduğu bir ülkede atletizmi kim yönetecek diye düşünmek de gereksiz..
Öte yandan şunu da düşünmek gerek: Türkiye Atletizm Federasyonu’nun bir yıllık bütçesi 2.5 trilyon lira..
Bu parayla sporcuların ihtiyaçları karşılanacak, antrenörlere maaş verilecek, spor karşılaşmaları düzenlenecek, yurtdışındaki yarışlara sporcu gönderilecek..
Atletlerimizin başarısızlıklarına üzülürken gözden kaçırmamamız gereken bir başka acı gerçek de budur.