Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, İslam Konferansı Örgütü toplantısında, İslam dünyasına yaptığı “evimizin içine çekidüzen verelim” çağrısı dünkü gazetelerde önemine uygun yer buldu.
İnternette arkadaşlarımın yaptığı bir tarama ise bu konuşmanın asıl muhatabı olan Arap ve İran gazetelerinde “satır”lık yer dahi bulamadığını ortaya koydu.
Hiç şaşırtıcı olmayan bir sonuç bence..
Abdullah Gül’ün konuşmasını okuduktan sonra, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın Arap ülkeleriyle ilgili “İnsani Gelişme Raporu”na (2002) bir göz attım.
Dün yerim el vermediği için o raporda yer alan çok çarpıcı sonuçları aktaramamıştım. Bugün sizlerle bu çok düşündürücü sonuçları paylaşmak istiyorum.
Bir İspanya etmiyorlar
“Arap Birliği” olarak adlandırılan 22 Arap ülkesinde yaşayan toplam nüfus son verilere göre yarısı kentlerde yaşayan 280 milyon kişi. Rapor, önümüzdeki 20 yıl içinde bu nüfusun 400 milyondan çok, 450 milyondan az olabileceğini öngörüyor.
Bütün Arap ülkelerinin toplam olarak yarattıkları gelir 531 milyar dolar civarında. Bu, Avrupa ekonomileri içinde nispeten daha az gelişmiş sayılabilecek İspanya’nın tek başına yarattığı hasıladan 64 milyar dolar daha az.. (İspanya’nın nüfusu 1998 verilerine göre 39 milyon.)
Arap dünyası aynı zamanda bölgeler arasındaki eşitsizliğin de uçlarda gezindiği bir dünya.. Örneğin Kuveyt, BM İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde Kanada’nın hemen altında ve dünya sıralamasının tepelerinde yer alırken, bir başka Arap ülkesi Cibuti, en fakir Afrika ülkesi Sierra Leone’nin hemen üstünde yer alabiliyor.
Rapora göre, 65 milyon Arap yetişkin okuma yazma bilmiyor ve bunların üçte ikisi kadın. Her yaştan iki Arap kadınından biri okuryazar değil. 10 milyon çocuk okula gitme olanağına sahip değil. Arapların sadece binde altısı internet erişimine sahip. Nüfusun yüzde 15’i işsiz ve bu oran dünya rekoru.. Nüfusun yüzde 38’i 14 yaşın altında.
Özgürlüğün ‘dibinde’ler
Arapların kişi başına milli gelirleri bugünkü binde beşlik yıllık ortalama büyüme hızıyla hesaplandığında bugünkü seviyesinin iki katına ancak 140 yıl sonra çıkabilecek. Dünyanın öteki bölgelerinde yaşayan fertlerin bugünkü gelirlerini iki katına çıkarmaları için sadece 10 yıl gerekiyor.
1960 yılında Arap ülkelerinin kişi başı milli gelirleri Asya Kaplanları olarak bilinen ülkeler ortalamasından yüksek iken, bugün sadece Güney Kore’nin yarısı kadar..
“Özgürlük Endeksi”nde Arap ülkeleri dünya sıralamasının en altında yer alıyorlar.
Bir gazeteci olarak BM İnsani Gelişme Raporu’nda Türkiye’nin bulunduğu yeri çok eleştirdim. Ama öyle görünüyor ki, Türkiye’nin bugün bulunduğu yer ile Arap ülkelerinin bulunduğu yer arasında yüz yıllar var…
Şunu da düşünmeden edemiyorum: Türkiye, 1923’te bağımsız bir cumhuriyet olarak hedefini “çağdaş uygarlıklar seviyesine ulaşmak” olarak belirlememiş olsaydı, bugün bizim yerimiz de büyük olasılıkla Arapların yanı olacaktı..
Biz tercihimizi yaptık
Türkiye, temel tercihini demokratik Batı medeniyetinin bir parçası olmak şeklinde ortaya koyabildiği için, dini taassubun vurduğu zincirlerini kırabildi ve bugün çok memnun olmasak da dünyanın gelişmekte olan ülkeleri içinde kendisine orta sıralarda bir yer edinebildi.
Bizler Avrupa Birliği üyesi olmayı, gelişmiş Avrupa ülkeleri arasına on yıl içinde girebilmeyi hayal edebiliyorsak ve bu salt bir hayal değil aynı zamanda gerçekleştirilebilecek bir hedefse bunu 1923 yılındaki o temel tercihe borçluyuz.
Bugün Avrupa Birliği’ne üyeliğin gerektirdiği demokratik açılımlara korku ile bakanların, Araplar ile Türklerin son seksen yıldaki gelişmelerindeki farklılığın nedenlerine de iyi bakmaları gerekiyor.
Çağdaş olmaktan korkup, kendi dar dünyalarına kapananların neleri kaybettiğini, çağdaşlaşmaktan korkmayıp, dünyaya açılabilenlerin neler kazanabileceklerini gösteren iyi bir örnektir, bugünkü Türkler ile Arapların durumu…