RADİKAL

30 Ağustos'tan 5 Eylül'e

 Babamın bilinçli bir tercihi miydi, yoksa okullar açılmadan önce dedemlerin ve akrabalarımızın yanına son bir kez gitme alışkanlığının bir gereği miydi, bilemiyorum.
Ağustosun son günlerinden itibaren Salihli’ye giderdik.

Salihli, bilmeyenler için söylüyorum, Ege Bölgesi’nde Manisa’nın büyük bir ilçesidir. Ondan çok daha küçük ilçeler il oldu ama Salihli, hemen yanındaki Akhisar ve Turgutlu ile birlikte hâlâ ‘ilçe’. Sanıyorum, İzmir ile Manisa’ya ‘bir sigara içimi’ mesafede olmalarının bir sonucu bu. Ama bugün konumuz bu değil.
Aile büyüklerimiz aramızdan ayrılalı beri Salihli’ye yolum düşmüyor. O yüzden çocukluğumuzun alışkanlıklarının sürüp sürmediğini de bilemiyorum.
Çocukluk yıllarımda, 30 Ağustos’taki Büyük Taarruzu takip eden günlerin bütün o bölge için gerçek bir bayram olarak yaşandığına tanık oldum.
2 Eylül Uşak’ın, 4 Eylül Alaşehir ve Kula’nın, 5 Eylül Salihli ve Demirci’nin,
6 Eylül Akhisar’in, 7 Eylül Turgutlu’nun, 8 Eylül Manisa’nın, 9 Eylül de İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümüdür.
O yıllarda dedem de dahil olmak üzere Yunan işgalini görmüş birçok insan hayattaydı.
Yunan Salihli’ye girdiğinde babaannemi kucağında yeni doğmuş babam, elinde büyük amcamla Uşak yakınlarındaki bir akraba evine emanet edip, bir daha asla geri dönemeyeceğini düşünerek ‘kuvvacı çetelere’ katılan dedem, 5 Eylül gelince duygularına hâkim olamazdı.
Sadece o mu? Sandıkta durmaktan kat izi yapmış asker giysilerini giyen yaşlılar, İstiklal Madalyası’nı, hayatta sahip olabildikleri o çok değerli tek şeyi göğüslerinde gururla taşıyan gaziler…
Trampetlerin ve boruların sesiyle çılgına dönüp, yerlerinde duramayan atlarının üzerinde ellerindeki tüfekleri havaya sıkan, saçları kırlaşmış, sakalları bir cuma günü okunup kesilmiş yaşlı zeybekler…
Mahşeri bir kalabalığın arasında üstü açık, bayraklarla süslenmiş bir askeri araca konulmuş bir Atatürk büstü.
Ve en çok da çocuklar… Çatapatlar, mantar tabancaları ve tahta atlarla şamatada kendisine de bir yer edinmeye çalışan çocuklar…
Her şeyin yitirildiğinin düşünüldüğü bir anda bile direnme gücünü kendisinde bulabilmiş bir halkın bayramıydı 5 Eylül…
Şimdi her 30 Ağustos’ta o eski 5 Eylülleri hatırlıyorum.
Çoktan toprak olmuş zeybekleri, Kurtuluş Savaşı’nın isimsiz kahramanlarını, yokluk içinde ama gururla dolu olarak aramızdan ayrılanları anıyorum.
Dilime Ruhi Su’nun bestesiyle Nâzım Hikmet’in dizeleri takılıyor:
Ayın altında kağnılar gidiyordu,
Akşehir üstünden,
Afyon’a doğru…
Bugün 30 Ağustos. Büyük Taarruz’un üzerinden 76 yıl geçti. Kurtuluş Savaşı’nın gerçek kahramanlarını anlatan ne bir film yapabildik, ne de onların anılarını ve zafer coşkularını gelecek kuşaklara aktarabilecek bir şey var elimizde..
Vefalı torunlar olduğumuzu kim söyleyebilir?