Gazetenin bir tam sayfasını kaplayan ilanın başlığında “Eninde sonunda bütün politik liderler Washington’u terk ederler” yazılıydı. Başlığın hemen altında büyükçe bir fotoğraf yer alıyordu.
Bill Clinton’ı bir uçağın merdivenlerinde uğurlayıcılarına el sallarken gösteren bir fotoğraf.. Sayfanın altında da bir başka başlık: Bir tanesi hariç!
İlan The Washington Post’un politik haberlerle ilgili yeni web sitesi OnPolitics’i duyurmak için hazırlanmıştı. 100 yılı aşkın bir süredir bütün politik liderler Washington’ı terk etmek zorunda kalırlarken Post’un ayakta durabilen tek politik lider olduğunu vurguluyordu.
Washington’da gazetedeki bu ilanı görünce rahmetli Nihat Subaşı’yı andım. Gazeteciliğe başladığım ilk yıllardı. Gazeteciler ile politikacılar arasındaki ilişkinin sınırlarının nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğini tartıştığımız bir gün şöyle demişti: Politikacı gelip geçicidir. Onlar gider biz kalırız. Gazeteci için önemli olan herhangi bir politikacı ile kurduğu ilişki değil, okuyucuları ile arasındaki güven bağını korumaktır. Gazeteci-politikacı ilişkisinin sınırı budur.
12 Eylül öncesinde de politik liderlerle çok yakın olan gazeteciler vardı. Ama sanıyorum gazeteci-politikacı ilişkisinin deformasyona uğraması özellikle Turgut Özal’dan sonra oldu. Ve Özal’ın başlattığı bu gelenek bugün değişik boyutlar da kazansa hâlâ sürüyor.
Bugün gazetecilik ahlakı ve gazeteci-politikacı ilişkileri üzerine bir yazı yazmak niyetim yok aslında. Yazının başında sözünü ettiğim ilanın başlığına takıldım esasen. Siyasi liderlerin eninde sonunda Washington’ı terk edeceklerine ilişkin saptamadan söz ediyorum.
Clinton döneminde Amerika, tarihinin en iyi ekonomik gelişmesini yaşadı. Birçok eyalette işsizlik olmadığı gibi doldurulmasında güçlük çekilen açık iş alanları var. Enflasyon sorun olmaktan çıkmış gibi. Ekonomi sürekli büyüyor, insanlar yarınlarından emin oldukları için daha çok tüketiyor, bu tüketim ihtiyacını karşılamak için daha çok üretim yapılıyor. Bugüne kadar hep petrol fiyatlarının artması yönünde hareket eden Meksika bile son fiyat artışları karşısında tavrını değiştirmek ihtiyacı hissediyor. Meksika petrol şirketlerinden birinin yöneticisi, “Petrol fiyatlarının artması Amerikan ekonomisini olumsuz etkileyebilir. Bu bizim de işimize gelmez. Amerika bizim için iyi bir pazar oldu. Buraya sadece petrol satmıyoruz. Kendi ekonomimizi de düşünerek daha ihtiyatlı davranmalıyız” diyor.
Ama kimsenin aklına bu kadar başarılı olan Clinton bir dönem daha görevde kalsın diye çeşitli cambazlıklar aramak gelmiyor.
Ben gazeteciliğe başladığımda Süleyman Demirel, Milliyetçi Cephe hükümetini kurmak üzereydi. Bu başarısının Türkiye’ye nelere mal olduğunu tarih kitapları yazıyor. Eğer bir dönem daha seçilecek olursa sanıyorum Nihat Hoca’nın ‘politikacılar gider, biz gazeteciler kalırız’ tespiti en azından benimle Süleyman Demirel için geçerli olmayacak. 25 yılımı doldurduğum bu meslekte Demirel’in siyaseti bırakmasını beklemeye yetecek takatim kalmadı. Allah sağlıkla geçireceği uzun ömür versin ama Demirel’e bu beş yıllık uzatmanın bile yeteceğini sanmıyorum.
Ve hep aklımı kurcalayan bir soruyu sormadan da edemiyorum. Bu görevi layıkıyla yapabilecek ama şu anda milletvekili olmayan Türkleri bir kenara ayırıyorum. Peki şu koca Meclis’te, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil edebilecek vasıfta, tarafsızlığını koruyabilecek, bütün bir halkı kucaklayabilecek, düzgün bir eğitim görmüş bir Allah’ın kulu yok mu?
Bir tek adam bile yok mu?