RADİKAL

Benim gönlüm sarhoştur, yıldızların altında

Sonunda oldu. 2000 yılına girdik. Ne çok beklemiştik, ne hayaller kurmuştuk. Şimdi görüyorum ki öteki yıllardan pek de öyle bir farkı yokmuş 2000’e girmenin. Oysa ilk gençlik yıllarımda 2000 ne kadar uzak bir yıl gibi görünüyordu. Şimdi oturduğum yerde aynı şeyleri 2050 için hissediyorum.

Acaba 2050’nin yılbaşında da oturup bir yazı yazmam gerekecek mi? Zannetmiyorum, hadi yaşadım diyelim 94 yaşında bir adamın söylediklerini dinleyecek kaç kişi olur ki o tarihte?
Dün Radikal’in yazıişleri toplantısında Kiribati’li kardeşlerimizin (Acaba Kenan Paşa gibi ‘Kiribati’li hemşerilerim’ mi demeliydim?) 2000’e girişlerini ve söyledikleri şarkıları izlerken ‘yılbaşı’nın bütün insanları birleştiren ne kadar sihirli bir şey olduğunu düşündüm. Sadece yılbaşı değil elbette. Hepimizi birleştiren başka bir şey daha var: Şarkılar.. O sözlerini bilmediğim, çoğunu hayatımda ilk kez dinlediğim şarkılar..
Benim için yılların geçtiğini en iyi gösteren şey şarkılardır.
Neredeyse hatırladığım her yıl için bir şarkım var bile diyebilirim. Sanıyorum sizler için de öyledir: İlk melodisini duyduğunuz anda sizi alıp geçmişe götüren, acı ya da tatlı anıları yeniden yaşatan şarkılar vardır.
‘Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında’ şarkısının ortalığı kasıp kavurduğu yılı hatırlıyorum. O yıl hayatımda ilk kez bir kızı öpmüştüm. Filmlerdeki gibi.. Dudağından. Ne büyük maceraydı! Topu topu iki üç saniye sürmüş olmalı, ama bana sanki saatler sürmüş gibi gelmişti.
O güne kadar kadın dudağının ne kadar büyüleyici bir şey olduğunu hiç düşünmemiştim. Hatta insanların dudaklarının birbirlerinden farklı olduğunun bile doğrusunu isterseniz farkında bile değildim.
Bir kadın dudağı: hem sıcak, hem soğuk; hem yumuşak, hem sert; hem nemli, hem kuru.. Küçük kiraz dudaklar, iri etli dudaklar, yüzün ortasında jiletle açılmış gibi duran sınırı belirsiz dudaklar, üsttekinin alanına tecavüz eden alt dudaklar, kalemle çizilmiş gibi duranlar.. Hafifçe aralanmış, teslim olmaya ve teslim almaya hazır.. Aşağıya doğru kıvrılmış, akan gözyaşlarının altında titreyen dudaklar.. Küçümsercesine büzülmüş dudaklar.. Bir şey sormak istercesine gerilmiş dudaklar..
2000 yılının şu ilk gününde, benim kişisel tarihimin önemli anlarından birinin üzerinden geçen 30 küsur seneden sonra kadın dudağının bir erkek için ne anlam ifade ettiği üzerine sayfalarca yazacak kadar teorim var.
Kundera “yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır” diyor.
Bugün bile o anı saatler sürmüş gibi hatırlıyor olmamın sebebi acaba hep onu hatırlamak istememden mi kaynaklanıyor? Acaba, şu son yılları bir jet hızıyla geçmiş olmamın nedeni unutmam gereken, hiç yaşanmamış varsaymam gereken acı anıların çokluğuyla mı ilgili?
İşin garibi hayatımın bu ilk gerçek aşkının yüzünü bile hatırlamıyorum şimdi. İki küçük gamzenin ortasındaki uçuk pembe dudak bütün görüntülerin yerini almış. 2000 yılına kimbilir nerede girdi.. Antalya’da mı, Bursa’da mı, İstanbul’da ya da Ankara’da mı? Yanında kim var? O dudağın ne kadar önemli olduğunu anlayabilecek birisi mi?
Bir bir öteki şarkılarım geliyor aklıma.. Brooklyn by the sea.. Ne me quitte pas.. Gerao samba.. In the getto.. I love you more than I can say.. Moskovneye veçera.. Ben seni unutmak için sevmedim.. İkimiz bir fidanız.. İstanbul’da bir güzel.. Mavilim.. Var ya! (Görüyorsunuz müzik zevkimin seviyesi yıllarla birlikte giderek düşmüş, bunu açıklamış olmam karizmama bir zarar verir mi dersiniz?)
Size 2000’de sadece aşk diliyorum.. Gerçek aşkın gücünün insanı sağlıklı yapacağına da inanıyorum. Tek kişilik mutluluk, mutluluk değildir. Yanınızda mutlu anlarınızı paylaşabileceğiniz bir sevgiliniz hep olur inşallah!