Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bu Roleksler'e bu kadar para boşuna mı veriliyor?

 On altıncı yüzyılda Kutsal Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’daki elçisi , Baron de Busbecq, Türklerin yeni teknolojilere karşı tutumları ile ilgili olarak şunları yazmıştı:

“Başka hiçbir ülke diğerlerinin yararlı buluşlarını benimsemekte daha isteksiz davranmamıştır. Örneğin, bizim irili ufaklı toplarımızı ve pek çok diğer buluşumuzu kendilerine uydurmuşlardır. Ama, hiçbir şekilde kitap basma ve saat kullanma meselesine yanaşmamışlardır. Mukaddes kitaplarının basılması halinde artık mukaddes olmayacağını ve saat kullanımına geçerlerse müezzinlerin otoritesinin ve eski usullerin kaybolacağını savunuyorlardı.” Philip Mansel’in “Dünyanın Arzuladığı Şehir: Konstantinopolis” isimli kitabını okurken rastladığım bu alıntı, hep kafama takılan bir soruyu gayet güzel cevaplıyordu: Biz niye saat kullanmayı bilmiyoruz?

Milyarlarca lira ödeyip koluna altın bir Roleks takanlar bile “zaman” konusunda hassas olmayı bir türlü başaramıyorlardı.

Başbakan bile etrafında saati sorup öğrenebileceği onlarca insan varken ısrarla bütün toplantılara geç kalabiliyordu.

Kimse randevusuna zamanında gelmiyor, yarım saatlik, bir saatlik gecikmeler için özür dilemek zahmetine bile katlanmıyordu.

Topu topu beş dakika sürecek bir iş görüşmesi için bile yarım saati bulan hal hatır sormalar, konunun etrafında dolaşıp meseleye bir türlü gelememeler en belirgin davranış biçimimizdi.

Zamanlar ve mesafeler “bir cigara içimi” gibi kişiden kişiye kolayca değişiklikler gösteren soyut kavramlarla ifade edilebiliyordu.

Uçaklar/trenler, otobüsler biletlerinde yazılan zamanlarda hareket etmiyor, saniyenin bile para demek olduğunu en iyi bilmesi gereken televizyonlar bile programlarını ilan ettikleri saatte başlatamıyorlardı.
Geçen gün bir davetiye aldım. Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olarak yazılan davetiye Kürt Enstitüsü tarafından yollanmıştı.

Dikkatimi çekti. Yer (cin), gün (roj) gibi bilgilerin Kürtçesi vardı da bir tek “saat” bildiğimiz Türkçe ile yazılmıştı.

Demek ki Anadolu topraklarında yaşayan Türkler gibi Kürtlerin de başı “saaf’le hoş değildi. Ne Türkler, ne de Kürtler, kendi dillerinde “saat” yerine kullanabilecekleri bir sözcük geliştirmeye gerek görmemişler, Arapçadan aldıkları bu sözcüğü gönül rahatlığıyla kullanmakta bir beis görmemişlerdi.

Bunun sebebi “saat”e hiç ihtiyaç hissetmeden kolayca hayatlarımızı sürdürebiliyor olmamızdan mı ileri geliyordu?

Yoksa “vakit nakittir” diyen atalarımız, bizlerin değil de başkalarının ataları mıydı?