RADİKAL

Filozoftan fizikçiye aşk ve yaşam

 Ursula An-dress, Linda Evans ve Bo Derek’in (yaş sırasına göre yazdım) sarışınlıkları ve güzellikleri dışında ortak bir noktaları daha olduğunu biliyor musunuz?

Woody Allen’in şu sözünü duyuncaya kadar doğrusunu isterseniz ben de bilmiyordum: “John, hep aynı marka otomobilin değişik modellerini satın alan bir adam!”

Meğerse birbirine üçüz kardeş kadar benzeyen bu güzel hanımların ortak özellikleri film yönetmeni John Derek’in sırayla evlendiği kadınlar olmalarıymış.

Bizde de toplumun “sosyete” olarak nitelenen kesiminde benzer bir durumun olduğunu Rifat Ababay, Posta’daki köşesinde yazmıştı. Birçok insanın yeni eşleriyle, eski eşlerinin ikiz kardeşler kadar benzeştiklerini ortaya koymuştu. Yazıyı, durumu kanıtlayan fotoğraflar destekliyordu.

Bu durum kadın ve erkek ayrımı gözetmiyordu. Erkek ya da kadın ikinci eşler birinci eşlerin sanki kopyasıydı.

Jose Ortega Y Gasset’in, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı Sevgi Üstüne’yi okuyana kadar da bu konuyu düşünme ihtiyacını hissetmemiştim.

Gasset, yaşamdaki bazı durumların insanın farkına varmasına bile fırsat vermeden, kişiliğinin özünü, gerçek yaradılışını ortaya koyduğunu söylüyor.

“Bu durumlardan biri de sevgidir. Sevgililerini seçişleriyle erkekler de kadınlar da temel yaradılışlarını ortaya koyarlar. Yeğlediğimiz insan tipi, kendi yüreğimizin çizgilerini taşır” diyor.

İspanyol yazar şunları da söylüyor: “Yaşamları boyunca birçok kadına âşık olan kişiler vardır; ama açıkça görülen bir değişmezlikle bunların her birinde tek bir dişi tipi yinelenir. Bazen çakışma öylesine büyüktür ki bu kadınların hepsi fiziksel özelliklerde ortaktır. Aslında pek çok değişik kadın kılığında genel kapsamlı tek bir kadının sevildiği bu tür maskelenmiş bağlılık, son derece sık rastlanan bir şeydir.”

Fizikçi Stephen Hawking’i artık tanımayan yok. Kimimiz onu yaşayan en büyük fizikçi olarak tanıyoruz, kimimiz de “hemşiresi ile evlenen sakat bilim adamı” olarak…

Astro fiziğin bu dahi beyninin hemşiresi ile ilişkisi çok daha önceden başlamıştı. Kadın, kendisine o ünlü bilgisayarını yapan adamın karısıydı.

Her tarafı felçli, sadece serçe parmağını oynatabilen, ancak özel olarak dizayn edilmiş bilgisayarı aracılığıyla konuşabilen bir adam nasıl olup da evli bir kadını kendisine âşık edebildi?

Nasıl oldu da o kadın neredeyse 8 yıla ulaşan bir süre adamın karısından ayrılmasını bekleyebildi?

Bütün bunları anlamak, insanın doğasındaki aşk denen bilinmezi çözebilmek emin olun, Hawking’in kara delikleri açıklayan teorisini anlamaktan daha zor.

Gasset, sevginin kişinin içinde saklı, kişiliği gibi derinlerde yatan içsel nedenlerden doğup, onun yol göstericiliğinde büyüdüğünü söylüyor.

“Erkeğin ya da kadının birbirlerine duydukları gerçek sevginin hiçbir cinsel yanı olmadığını söylemek bir saçmalıksa, sevginin cinsellikle eşitlenebileceğine inanmak da bir başka saçmalıktır” diyerek, tümüyle felçli bir insanın nasıl olup da yepyeni bir aşka düştüğünü de çok güzel açıklıyor.

Sanırım, düğün değil bayram değil, bu adam bu aşk hikâyelerini de nereden çıkardı diye düşünüyorsunuzdur?

Biliyorum ki bu tür “hafif” konular artık sadece pazar günleri yazılabiliyor ve ancak o gün hoş görülüyor.

Ama ben yine de düşünmeden edemiyorum. Acaba, Baykal, Çiller, Demirel, Yılmaz bu tür kitapları okuyorlar mı? Acaba, hep politikacı olmaktan, politika konuşmak ve yapmaktan sıkılmıyorlar mı?

Bu tür şeyleri de okuyup konuşabiliyor olsalardı, Türkiye daha yaşanılabilir bir ülke olmaz mıydı?

Cevapların ne olduğunu bilemiyorum.

Ama sizlere bir tavsiyem var. Hawking’ten ders alın.

Konuşmak için bir bilgisayara, hareket etmek için de tekerlekli iskemleye muhtaç olmadığınız halde, aşkı neden yaşamınızın en önemli şeyi haline getirmediğinizi bir düşünün.

Ben öyle yapıyorum!