Kümeste hırsız var!
Marmara depreminin onuncu günü bir gece yarısı baskınıyla TBMM komisyonlarında kabul edilen, ancak halkın büyük tepkisi üzerine görüşülmesi ekim ayının sonuna bırakılan ‘deprem vergisi’ bu hafta gündeme geliyor.
Halkın gönüllü katılımını yok sayan, yardım isteklerinin bir bıçak gibi kesilmesine yol açan vergi tasarısı o zaman da yazdığım gibi ‘kümesteki kazların bir kez daha yolunması’ndan başka bir anlama gelmiyor.
Ek vergi paketi gündeme geldiğinde hükümetin, bir süre önce ‘ekonomik durgunluğa yol açıyor’ diye kaldırdığı vergilerden kaybettiğini geri kazanmak peşinde olduğunu söylemiştik, haklı çıktık. Artık bunu itiraf da ediyor.
Salınmak istenen vergi her şeyden önce adaletsiz. 1998 yılı matrahları üzerinden alınan vergiler yeni tasarıyla yüzde 5 oranında artırılıyor. Motorlu taşıtlar için ödenen vergiler de bir kere daha ödenecek. İkinci konutlar için ödenen emlak vergisi kadar ek bir vergi daha ödenecek. Akaryakıt ürünlerinin tüketiminden alınan vergilerin yüzde 300’den yüzde 500’e çıkarılması için Bakanlar Kurulu’na yetki verilecek. Cep telefonu aboneleri ise konuşma ücretleri üzerinden bir yıl süreyle yüzde 25 ek vergi ödeyecekler.
Herkes biliyor ki bir yandan deprem, öte yandan ekonomik kriz birçok kişi ve şirketi ciddi olarak etkiledi. Cirolar düştü, kârlar azaldı, birçok kişi işsiz kaldı. Gelir ve kurumlar vergisinin 1998 matrahı üzerinden yüzde 5 artırılması şimdi zaten zor durumda olan mükellefleri iyice sıkıştıracak.
Birçok kuruluş ve kişi salınan ek vergiyi ödemekte güçlük çekecek, belki de bu yüzden sermayesini ‘kediye yükleyecek’.
Böyle bir durumda ekonomiyi canlandırmak, deprem bahanesiyle kamu açıklarını kapatmaktan daha çok önem taşıyor. Hatta belki de bu yüzden yapılması gereken şey, vergiyi artırmak değil, tam tersine indirmek olmalıydı.
Öte yandan tasarıya hâkim olan temel mantık, akaryakıt tüketimini ve cep telefonu kullanımını ‘lüks’ sayıyor. Ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin ana girdilerinden biri akaryakıt. Getirilmek istenen ek vergiyle artacak akaryakıt fiyatları anında mal ve hizmetlerin fiyatına da yansıyacak. Artacak fiyatlar tüketimi azaltacak, azalan tüketim ekonomiyi iyice durgunluğa sürükleyecek.
Marmara depreminin ardından Türkiye’nin alacağı dış yardımların toplamı 4,5 milyar doları geçiyor. Bedelli askerlikten elde edilecek para da en kötümser hesapla 700 milyon dolar. Bu rakamlara yurtiçindeki kişi ve kuruluşların yaptıkları yardımlar dahil değil.
Deprem sonrası hasarın 5 ile 7 milyar dolar arasında olduğu tahmin ediliyordu. Yani depremin, kamu açıkları üzerinde vergi salınmasını zorunlu kılacak bir baskısı olduğu söylenemez.
Depremin ilk gününden beri kamuoyu, yapılan yardımların doğru kullanılmayacağı kuşkusunu taşıyor. Nitekim, birçok özel kuruluşun yaptırdığı prefabrik konutlar çok daha ucuza mal edilebildi ve üstelik devletin yaptırdıklarından çok daha kısa sürede ihtiyaç sahiplerine teslim edildi. Kasım ayında biteceği sözü verilen prefabrik konutların hâlâ bitirilememiş olması da yardımların ve vergilerin yerinde kullanılacağına olan inancı da sarsıyor.
Elindeki kaynakları doğru dürüst kullanmayı başaramayan bir hükümetin, halkı yeni bir vergi için ikna etmesi de mümkün görünmüyor.
Hükümet deprem maliyesi konusunda şeffaflık sözü de vermişti. Yardımların nerelerde toplandığı, nasıl değerlendirildiği, nereye ne kadar para harcandığı, bu harcamaların usulüne uygun olup olmadığı gibi bilgilerden hâlâ yoksunuz.
Bu yüzden yeni vergiler salınmadan önce hükümet yaptıklarının ve yapacaklarının hesabını vatandaşına tam olarak vermelidir.
Kimse Türk halkının depremden sonra gösterdiği dayanışmayı inkâr edemez. Bütün bir halkın, elindekini avucundakini felaketle karşılaşan kardeşleriyle paylaşmak için nasıl bir fedakârlık gösterdiğini herkes hatırlıyor.
Ama kimse Türk halkının enayi olduğunu da düşünmemelidir. Ekonomik canlanma gerekçesiyle kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesinden vazgeçen hükümet, şimdi bu vergiyi neden toplamak zorunda olduğunu tüm kuşkuları giderecek biçimde açıklamalıdır.