Geçen gün öğrenimini ABD’de yapmış, işyeri Washington’da olan bir arkadaşım ile konuşuyordum. Her geçen gün uçaklarda yer bulmakta daha da zorlandığını anlattı.
“20 yıl önce ben öğrenciyken Türkiye’den Amerika’ya direkt uçuş yoktu. Uçaklarda karşılaştığım yolcuların yüzde doksanını da resmi görevliler ve askeri personel oluştururdu. Şimdi uçaklarda öğrenciden geçilmiyor” diyordu.
Şu anda sadece THY’nin ABD’nin çeşitli kentlerine her hafta 13 direkt seferi var. Delta ile birlikte bu sayı haftada 20 direkt uçuşa ulaşıyor. Yabancı havayolu şirketlerinin bağlantılı seferleri ile birlikte bu sayı yüzün üzerine çıkıyor. Çoğunda da önceden yer ayırtmazsanız bilet bulamıyorsunuz.
Arkadaşım 20 yıl önce önemli günlerde o zamanki Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın Washington’daki elçilikte tüm Türk öğrencilere kuru fasulye-pilav partisi verdiğini anlattı. Şu anda sadece Washington’daki Türk öğrencilerin sayısı o hale gelmiş bulunuyor ki bırakın büyükelçilikte hepsini toplayıp yemek vermek, sıradan bir kokteyl düzenlemek dahi mümkün değil. Türkiye’nin ABD’deki temsilciliklerinde çalışanların sayısında 20 yılda meydana gelen astronomik artış bile tek başına önemli bir gösterge. Bir zamanlar 3-5 kişinin çalıştığı konsolosluklarda şimdi 70’in üzerinde personel çalışıyor.
Türkiye’nin ABD ile ekonomik ilişkilerindeki gelişmenin de bunda rolü var elbette. Ama hiçbir gelişme, ABD’de okuyan Türk öğrenci sayısındaki artışla kıyaslanabilecek gibi değil.
Son üç-dört yıldır iş için bana başvuranların özgeçmişlerinde giderek daha çok sayıda yabancı üniversitenin adını okuyorum. Bu sadece Türkiye’deki üniversite eğitiminin kısıtlılıkları ile açıklanabilecek bir durum da değil. Bu çocukların çoğu Türkiye’de de iyi bir üniversiteyi kazanabilmelerine olanak sağlayacak okullardan mezunlar.
Ama buna rağmen her yıl daha da artan sayıda öğrenci daha iyi bir eğitim almak için yurtdışına ve özellikle de Amerika’ya gitmeye çalışıyor. Genç Türkler ‘ilim Çin’de de olsa git’ diyen hadisi sanki hayatlarının temel düsturu yapmış gibiler.
Öte yandan son yıllarda açılan özel üniversitelerin gerek eğitim programlarının ve gerekse hocalarının yabancı üniversitelerden geri kalır bir yanı yok. Birçok ‘kamu’ üniversitesinin de kendi eğitim düzeylerini Batılı benzerlerinin ayarına çıkarmak için nasıl didindiklerini, kısıtlı olanaklarına ve YÖK’e rağmen bunda da nasıl başarılı olduklarını yakından izliyorum.
Bu tabloya bakınca gelecek için daha da iyimser oluyorum. Uluslararası geçerliliği olan bir eğitim alanların sayısı arttıkça, Türkiye’de ‘Doğu’ya özgü düşük standartları’ normal olanı buymuş gibi insanlara yutturmak giderek daha da zorlaşacak.
Demokrasiden insan haklarına; ödenen vergilerin nasıl harcandığının takibinden siyaset yapma alışkanlıklarımıza kadar akla gelebilecek her konuda bir standart yükselişine tanık olacağız.
Varsın bugün bizi yönetenlerin yaş toplamları yüzyılları aşsın.. Gelecek bu iyi eğitimli gençlerin elinde şekillenecek. Yeni ve her türlü standardı yüksek ‘Batılı’ Türkiye’yi onlar kuracak.