RADİKAL

Ne bekliyorsunuz?

 Ankara’dan bakıldığında Türkiye’de her şey yolunda gidiyormuş gibi görünüyor olmalı: Fabrikalar çalışıyor, işsizlik bitmiş, işadamları kazandıkları paraları koyacak kasa bulmakta güçlük çekiyorlar, borsa almış başını gidiyor, toplumsal barış sağlanmış, Güneydoğulu genç kızlar, delikanlılar GAP baraj gölünde sörf yapıyor, Avrupa Birliği onlara katılmamız için elçi üzerine elçi gönderiyor, Clinton bir randevu için dört gündür Dışişleri Bakanlığı’nın özel kaleminde bekliyor vs..

Ama nedense benim Bağcılar ‘manzaralı’ odamdan bakınca hiç iyi bir şey de görünmüyor: Rusya ve Asya krizinin etkileri her geçen gün kendisini daha çok gösteriyor. Dayanma gücünün sınırına gelmiş sanayiciler bir de peşin vergi kâbusu görüyorlar. Kapanan işyerlerinin sayısı her geçen gün artıyor, işsizlik büyüyor. Türban gerginliği kitlesel gösterilere dönüşme eğilimi gösteriyor. Güneydoğu’dan her gün yeni ölüm haberleri geliyor. Devlet bürokrasisi hiçbir iş yapmadan kilitlenmiş, yeni hükümeti bekliyor. Türkiye her geçen gün Avrupa’dan biraz daha uzaklaşıyor vs..
Bugün mayıs ayının on dördüncü günü.. Türkiye bir genel seçimden çıkalı dört gün sonra bir ay olacak. Bülent Ecevit’in hükümeti kurmakla görevlendirilmesinin üzerinden de iki haftaya yakın bir süre geçti. Bu kadar süre içinde yeni hükümetin kurulması için Bülent Ecevit’in liderlerle birer kez görüşmesinden başka somut ve elle tutulur hiçbir girişim yok.
Seçim sonrası tablosu en geniş toplumsal desteğe sahip bir hükümetin nasıl kurulabileceğini açıkça gösteriyor.
Düzenle kavga etmekten başka bir düşüncesi olmayan Fazilet’e bu oyunda yer olmadığı açıkça görülüyor. DYP kendi iç çalkantılarını bile çözmekten aciz. Geriye kalıyor DSP ile MHP’nin aralarına ANAP’ı da alarak bir hükümet kurmaları.
Ama aradan bunca zaman geçmesine rağmen hiçbir ilerleme sağlanabilmiş değil.
İlk günden beri DSP ile MHP’nin hangi konularda görüş ayrılığı içinde oldukları bir sır değil. Bu anlaşmazlık noktalarının yumuşatılması için yapılması gereken tek şey var: Partilerin yetkililerinin gece gündüz demeden birlikte çalışmaları ve bir an önce ortak bir zeminde buluşmaları. Ama o da nedense bir türlü gerçekleşemiyor. Partiler biraraya gelemiyor, gelmiyor.
Liderler adeta kendi kabuklarına çekilmiş başkalarının ne yapacağını bekliyor gibiler.
Kimse ortaya çıkıp ben şu şu şartlarda bir koalisyona hazırım diyemiyor. Koalisyon pazarlıkları siyasetin kendi gelişme dinamikleri içinde çözüleceği yerde bir sıkıştırma ve gerdirme taktiğine kurban ediliyor.
Bu tabloyu anlamak ve yorumlamak gerçekten çok güç.
Türkiye’nin bunca gündür istifa etmiş bir azınlık hükümetiyle yönetilmesinin sorumluluğunu kim taşıyacak? Gergin bir toplumsal ortamda hükümetsiz geçirilen günlerin bedeli nasıl ödenecek? Acil çözüm bekleyen sorunlar daha ne kadar bekleyecek?
Geçen dönemde siyaseti bir kayıkçı kavgasına dönüştürme başarısını gösteren siyasetçilerimiz, öyle görünüyor ki bu dönemde de huylarından kolay kolay vazgeçmeyecekler.