Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere tüm yetkililer bize çok kızıyorlar ama onlar kızıyor diye gördüklerimizi söylemekten de vazgeçecek değiliz.
Eleştirilere sinirlenmek ve sanki Türkiye’de salı sabahından beri morali bozuk olmayan bir kişi kalmış gibi ‘moralimizi bozmayın’ demek, deprem bölgesindeki organizasyon bozukluklarını örtmeye yetmiyor.
Önce bir yardım öyküsü anlatarak başlayalım: İki arkadaş televizyonların yardım hatlarından öğrendikleri ‘en çok ihtiyaç duyulan malzemeler’i toparlayarak Adapazarı’na doğru yola çıktılar. Çocuk bezi, çocuk maması, çeşitli tıbbi yardım malzemelerinden oluşan bir araba dolusu malzeme ile Adapazarı’nda Emniyet Müdürlüğü’ne kadar gittiler. Oradaki yetkili yardım malzemelerinin askerler tarafından ihtiyaç sahiplerine dağıtılacağını söyleyerek yanlarına bir de polis memuru verdi ve onları askeri bir birliğe yolladı.
Askeri birlikte görüştükleri yetkili ellerinde yeteri kadar malzeme biriktiğini söyleyerek ‘daha çok ihtiyaç duyabileceklerini düşündüğü’ kriz merkezine gitmelerini tavsiye etti.
Kriz merkezindeki kargaşa içinde bulabildikleri bir başka yetkili de malzemeyi kendilerinin dağıtamayacağını söyleyerek, ‘siz en iyisi bunları doğum evine götürün’ dedi.
İki arkadaş ve yanlarındaki polis memuru ‘kriz masası’na sadece 200 metre uzaklıktaki doğum evine gittiklerinde doğum evinin depremde hasar gördüğü için boşaltılmış olduğunu gördüler. Devletin kriz masasının duruma ne kadar hâkim olduğunu gösteren bu örneğe rağmen yılmadılar ve sonunda getirdikleri malzemeyi yanlarındaki polis memurunun da yardımıyla sokak aralarında dolaşarak bulabildikleri ihtiyaç sahiplerine dağıtıp, geri döndüler.
Günlerdir deprem bölgesinde devletin bir türlü organize olamadığını söylerken işte bunun gibi binlerce örnekten hareket ediyorduk.
Türkiye, salı sabahından beri sivil toplum kuruluşlarının bir toplumun hayatında ne kadar önemli bir rol oynayabileceğinin örneklerini yaşıyor.
Deprem bölgesinden hâlâ en sağlıklı haberler bu kuruluşlar aracılığıyla alınabiliyor. Kurtarma çalışmaları ve yardım için kendilerini paralayan gönüllüler bu kuruluşlar sayesinde ne yapabileceklerini öğreniyorlar. Depremzede halkın kendiliğinden oluşturduğu kriz yönetimleri, devletin kurduğu kriz masalarından daha etkin çalışabiliyor.
Yaşadığımız felaket bize bir kez daha kendi gücümüze güvenmeyi öğretti ve güçlerimizi birleştirdiğimizde en ağır koşulların bile üstesinden gelebileceğimizi gösterdi.
Şimdi herkes birbirine soruyor: Daha çok Akut, daha çok Sadafag ve adlarını şu anda hatırlayamadığım sivil toplum kuruluşlarından daha çok olsaydı, kurtarılan canların sayısı da daha çok olmaz mıydı diye..
Evet, daha çok olurdu. Hem yardımları daha iyi koordine edebilir, hem de daha çok canı yıkıntıların altından çıkarabilirdik.
Bu dersi almamız için böyle bir müsibet gerçekten gerekli miydi?