t24.com.tr

Beşer şaşar, arşiv unutmaz!

Muhalifleri cezalandırma bahanesi olarak “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasından sıkılan savcıların yeni eğlencesi “dezenformasyon yasası” oldu.

Savcılığın bu yeni oyuncağı kullanarak ceza tehdidini yönelttiği kişi ise bu kez Veli Saçılık.

Önce Veli Saçılık’ı tanımayanlar için kısa bir hayat hikâyesi:

Devletin bu vatandaşımız ile özel bir meselesi olduğunu düşünmemiz için çok neden var.

5 Temmuz 2000 günü Burdur Cezaevi’nde tutuklu olarak bulunduğu sırada, Hayata Dönüş Operasyonu’nda bir duvarı yıkan dozer, Saçılık’ın bir kolunu da koparmıştı.

Saçılık, daha sonra o cezaevinde bulunmasına yol açan suçlamadan beraat etmişti ama olan da koluna olmuştu.

Kopan kolu nedeniyle açtığı tazminat davasını kazandı.

Ama bu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından KHK ile işten atılmasına da yol açtı.

Darbe girişimini Fetullahçılar yapmıştı ama bu ülkede her fırsatta solcu dövmek artık bir devlet geleneği sayılır, Saçılık’ın payına da KHK ile memuriyetten atılıp, açlığa mahkûm edilmek düşmüştü.

Saçılık, kendisi gibi KHK ile işten atılıp, açlığa mahkûm edilenlerin eylemlerine destek verdiği için polisten dayak da yedi.

Bunun için de dava açtı, geçenlerde kazandı, devletimiz Saçılık’a tazminat ödemeye mahkûm edildi.

Saçılık’ın savcıların hedefine yeniden girmesinin nedeni 6 Şubat depremlerinin ardından Antakya’nın Ürgen Paşa mahallesinde çekilen bir videoyu X hesabından paylaşması.

Enkaz önündeki bir depremzedenin, “içeride ses olmasına rağmen 28 saattir hiçbir ekip gelmiyor” dediğine dikkat çeken Saçılık, “depremde kurtarma çalışmaları için ilk üç gün çok önemliydi. Bütün enkazlardan sesler geliyordu. ‘AFAD dışında hiçbir kişiye – kuruluşa müsaade etmeyeceğiz’ diyerek insanları ölüme terk ettiler” diye yazdı.

Ve bu paylaşımının üzerinden aylar geçtikten sonra “yanıltıcı bilgiyi yaymakla” suçlanıyor.

Savcılık “depremin ilk anından itibaren devletin milletle el ele tüm yardımları deprem bölgesine ulaştırdığını” söylüyor ve Saçılık’ın “dezenformasyon kanunu” diye bilinen kanun uyarınca cezalandırılmasını istiyor.

Savcılar ile aynı ülkede yaşayıp yaşamadığımız konusunda tereddüt yaşıyorum.

Eğer Ankara’ya başka bir ülkeden gelmedilerse de ciddi bir hafıza sorunları var, bunu da belirtmiş olayım.

Kim bilir, belki de savcılarımız da “Türklerin toplumsal hafızası zayıftır” mottosuna inanıyorlar.

“Nasıl olsa hatırlayan olmaz” diyerek gerçekleri yeniden yazmaya mı heves ettiler acaba?

Depremin olduğu gün ve ertesindeki iki üç gün, birçok enkaza müdahale edilemediği bir sır değil.

O günlerin haberlerine kısa bir göz atmak bu bilgiye sahip olmak için yeterli.

Enkaz başında, kaldırmak için yardım beklerken çırpınanları, yoldan geçen kurtarma ekiplerine yalvaranları unutmadık.

Yurtdışından gelen arama – kurtarma ekiplerinin ilk bir – iki gün havaalanlarında bekletildiklerini, bölgeye ulaşan ekiplerin koordinasyonsuzluk nedeniyle çok değerli saatleri kaybettiklerini de hatırlayalım.

Depremin hemen ardından harekete geçirilen yardım kamyonlarının “kar yolları kapadığı için” dağ başlarında kaldığını da!

Hatta askeri birliklerin depremin hemen ardından arama kurtarma faaliyetlerine katılmaması da ciddi bir eleştiri konusuydu, hatırlayın.

Bütün bunları yaşadık ve evet, çok değerli ilk iki – üç gün kaybedildiği için enkaz altında duyulan seslerin zamanla zayıflayıp, tamamen sustuğunu da biliyoruz.

Video kayıtları, fotoğraflar, gazetecilerin bölgeden yazdıkları izlenimleri, televizyonların, gazetelerin, internet sitelerinin arşivlerinde kayıtlı.

Mehmet Akif Ersoy’un, HaberTürk canlı yayınında kamera ışıklarını 10 saniyeliğine kapattırarak karanlıkta hepimizin görmesini sağladığı şey de tam olarak buydu.

Her şeyi bir üst makamdan bekleyen, yeteneksiz ve inisiyatif kullanabilmekten uzak kadroların elinde kalan kurumlar, depremden sonraki en hayati ilk saatlerde gözlerine far tutulmuş tavşanlar gibi donup kaldılar.

Gerçek olan buydu, “dezenformasyon” bunun tersini iddia etmektir.

İnsan hafızası nisyan ile malul derler, belki de öyleyiz ama arşiv unutmuyor Sayın Savcım.

—————————–

Çözüm bu kadar basitmiş!

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, TBMM’deki komisyon toplantısında gündeme gelen Cumartesi Anneleri için “yaşadıkları mağduriyettir, en kısa sürede çözüm üreteceğiz” demişti.

Bakan Yerlikaya, çözümü buldu ve farkında mısınız bilmiyorum ama Türkiye Cumhuriyeti hala ayakta.

Cumartesi Anneleri, bir aydır Galatasaray Meydanında yeniden toplanabiliyor ve bu nedenle ne yer yerinden oynadı ne de saatler durdu, güneş batıdan doğdu.

Çözüm bu kadar basitmiş meğerse.

Cumartesi Annelerinin Galatasaray Meydanında toplanmasının yasaklanması 700. Haftadan sonra gerçekleşmişti.

700 hafta olaysız, sıkıntısız toplanan ve kayıp yakınlarının hiç olmazsa cesetlerinin bulunmasını ümit eden insanlara meydanın yasaklanması Süleyman Soylu’nun marifetiydi.

Türkiye’yi yabancı mafya üyeleri merkez üs haline getirirken, dikkatleri başka yere çekmek için icat edilmiş bir “maymuna bak” oyunu muydu diye düşünmeden de edemiyorum.

Yerlikaya’nın tutumu, demokratik bir ülkede protestolardan korkmanın anlamsızlığını bir kez daha herkese göstermiş olmalı.

————————————-