Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir at ve bir nal daha lazım

Bir at ve bir nal daha lazım

Altlı Masa’nın, Anayasa değişikliği önerisi açıklandı.

Kuşkusuz ki çok önemli bir gelişme.

Birbirinden çok farklı siyasi eğilimleri temsil eden altı partinin bir araya gelerek özgürlükleri ve güçler ayrılığını gözeten bir Anayasa önerisi orta koymaları önemli.

Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunun bir numaralı nedeni güçler ayrılığının olmaması.

Cumhurbaşkanlığı tarafından temsil edilen yürütme organının hem yasama hem de yargı üzerindeki egemenliği, Cumhuriyet’in bir tek parti devletine dönüşmesine yol açtı.

Partili Cumhurbaşkanı’nın sözünden çıkmayan partili yargıçlar, partili idareciler, bugünkü Anayasa’da bile yazılı olan hak ve hürriyetlerin kullanılamaz hale getirilmesini sağladılar.

Bugün Türkiye, demokrasi ölçütleri konusunda modern dünyanın çok çok gerisinde, açık diktatörlüklerden belki sadece bir – iki adım ileride.

Ancak şunu da söylemek zorundayım ki Altılı Masa’nın “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olarak sunduğu değişiklikler, yeterli değil.

Siyasi Partiler Kanunu bugünkü haliyle kalacak ise ve milletvekilleri yine parti liderleri tarafından belirlenecek ise yasama organı üzerindeki lider vesayeti hükmünü sürdürecek demektir.

Böyle bir Meclis’in yüksek yargı üyelerini seçmesi, yargıyı bağımsız hale getirmez.

Yüksek yargının, bugünkü RTÜK benzeri bir duruma düşmesi anlamına gelir ki böyle bir yargı, tıpkı RTÜK gibi her zaman iktidarın emrinde olur.

Yüksek yargı üyelerinin seçimi mutlak surette Meclis’te “nitelikli oya” bağlanmalıdır ki Meclis, yargıçların siyasi kimlikleri yerine hukukçu kimliklerine bakar hale gelebilsin.

Belli ki seçime kadar ve seçimden sonra bu konuları çok konuşacağız.

Onun için şimdiden pişmiş aşa su katar duruma düşmeyeyim, Anayasa değişikliği teklifinin ayrılmaz parçası sayılabilecek kanun değişiklikleri ile ilgili teklifleri de görelim.

Yazının başında da söylediğim gibi bu altı benzemez partinin, bir Anayasa metninde uzlaşmayı başarmış olmaları bile çok önemli.

Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetiminde geçirdiği 20 yılda öylesine parçalandı ve bölündü ki bu uzlaşma çabası bile tek başına takdir edilecek bir gelişme.

Halkımızın ekmek ile özgürlükler arasında bir tercih yapması gerekse hangisini tercih edeceğini aslında biliyoruz: Özgürlükler konusu, ekmeğin önüne her zaman geçebildi.

Ancak unutmayalım ki bu tercihin ortaya çıkmasını sağlayan şey de liderlik idi.

Halkımız, o lidere, sadece özgürlüklerin garantisi olacağını düşünerek değil, ekmek sorununu da çözebileceği kanaatine sahip olabildiği için iktidar şansı verdi.

Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan, geçmişte bu iki beklentiyi karşılayabilecekleri ümidini verdikleri için yıkılmaz gibi görünen iktidarları devirebildiler.

Menderes, tek parti iktidarını bununla yendi.

Demirel, Ecevit ve Özal askeri baskı dönemlerinin ardından (sırasıyla: 1960, 1971, 1980) özgürlük ve ekmek talebine yanıt verebildikleri için kazandılar.

Erdoğan, bir yıllık partisiyle iktidara gelirken bunu vadetmişti.

Ve aynı Erdoğan şimdi baskıcı otoriter bir rejim ile herkesi fakirleştirmiş bir ekonomi politikasının somut yüzü.

Onu yenecek olanların yolu da buradan geçiyor: Düşüncelere giydirilen deli gömleğini yırtmak, ekonomiyi düzelteceğine ilişkin halka güven vermek.

Muhalefet bloğuna deyim yerindeyse “bir at ve bir nal daha” lazım.

Bu özgürlükler programına olan inancı yükseltecek bütünlüklü bir ekonomi programı ile bu iki programı uygulayabileceğine ilişkin güven ve heyecanı yaratacak Cumhurbaşkanı adayı.

Seçime sadece 6,5 ay kaldı, bu heyecanı ve umudu yaratmak için vakit daralıyor.

———————-

Yasak hemşerim!

Terör saldırısına uğrayan bir ülkede, güvenlik bürokrasisinin en önemli işi bu saldırıdan sonuçlar çıkarmak, tekrarının yaşanmasının önüne geçebilmek olmalıdır.

Kuşkusuz ki bizim güvenlik bürokrasimiz de bunun bilincindedir, bunu bilmek için insanın allame – i cihan olması gerekmiyor zaten.

Eminim ki İstiklal Caddesi’ndeki saldırının ardından İçişleri Bakanı’nın başkanlığında, Emniyet Genel Müdürü, Jandarma Genel Komutanı, İstanbul Valisi ve emniyet ile jandarmanın üst düzey yetkilileri de bir ya da birkaç toplantı yapmışlar ve saldırının oluş biçimini inceleyerek, yeni saldırıları karşı tedbirler geliştirmek için kafa yormuşlardır.

Nitekim İstanbul Valiliği, böyle bir toplantı yapıldığını düşünmemize yol açan bir dizi karar açıkladı, bazı şeyler artık İstiklal’de yasak!

Bu kararlara bakarak, önceki hafta sonunda gerçekleştirilen saldırının neden önlenemediğini de anlayabiliriz elbette.

Çünkü saldırıdan sonra bu tedbirleri aldılar ki bir daha saldırı olmasın.

·      Saldırı önlenememiş çünkü cadde üzerindeki işletmeler, caddeye masa, sandalye, pano, seyyar tabela filan koyuyorlarmış. Valilik artık buna izin vermeyecek ve İstiklal’de benzeri bir saldırı yaşanmayacak.

·      Saldırı önlenememiş çünkü cadde üzerinde seyyar tezgahlar ve satış amaçlı stantlar varmış.

·      Saldırı önlenememiş çünkü cadde üzerinde sosyal, kültürel ve ticari etkinlikler düzenleniyormuş!

·      Saldırı önlenememiş çünkü sokak çalgıcıları, tek tek ya da gruplar halinde caddeye çıkıp şarkı söylüyorlar, performans sergiliyorlarmış.

·      Saldırı önlenememiş çünkü İBB, caddede dolaşan insanlar arada bir oturup, soluklansınlar diye bir saksıyı da içeren beton banklar koymuş.

Artık bunlar engelleneceği için huzur içinde yaşayacağız.

Vali Bey bu kararlarla “İstiklal Caddesi’nde güvenlik, huzur ve asayişin korunması, mevcut yaya trafiği akışının hızlandırılmasını” sağlayacağını açıklıyor.

Vali Bey’in açıklamasındaki bu satırları okuyunca yaya trafiğinin hızlandırılması için caddedeki vitrinlere bakma sürelerine de neden bir sınırlama getirilmediğini merak ettim.

Ve yazının başında güvenlik bürokrasimiz için yazdıklarım hakkında da kuşkuya düştüm.

Bu tür örgütler, hayatımızın normal akışını değiştirmek, bizleri korkutmak, yaşam biçimimize müdahale etmek için teröre başvuruyorlar.

Yoksa onlar da biliyorlar ki İstiklal’de bomba patlattılar diye Türkiye, sınırının güneyindeki gelişmelerden uzak durmayacak.

Bunu yapamayacaklarını bildikleri için sivilleri hedef alıyorlar, güvenlik endişesine kapılarak yaşam biçimimizi değiştirmemizi bekliyorlar.

Peki o zaman Vali Bey’in açıkladığı kararlar kime hizmet ediyor?

İstiklal Caddesi, bombanın ardından İstiklal Caddesi gibi yaşamaya devam etmeyecekse, bu kimin hanesine başarı olarak yazılmalıdır?

Hayatımızın normal akışını sürdüremeyecek isek bu kadar polisi, jandarmayı, istihbarat elemanını niye istihdam ediyoruz?

Vali Bey, yasaklardan kafasını kaldırıp bir an için düşünse doğru yanıtı kendisi de bulacaktır, buna eminim.

——————————–