Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir varmış, bir yokmuş: T.C. Anayasası

Bir varmış, bir yokmuş: T.C. Anayasası

Ne zaman “bunu da gördükten sonra artık hiçbir şeye şaşırmam” desem, cennet vatanımızın kurumları adeta lafı ağzıma tıkamak için birbirleriyle yarışıyor.

Anayasa diye bir metin var; bu metin Türkiye’de “hakimiyetin kayıtsız şartsız millet tarafından nasıl kullanılacağını” tanımlıyor. Vatandaşların haklarını ve bizim adımıza egemenlik yetkisini kullanacak kurumların görev ve sorumluluk alanlarını tarif ediyor.

Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay bu kurumlardan ikisi.

Birincisi adı üzerinde Anayasa’ya aykırılıkları denetliyor ve devletin kurumları tarafından kişisel haklarımızın ihlal edildiğine inandığımızda hak ihlalleri konusuna bakıyor.

Kararları kesin. Anayasa’da öyle yazılı çünkü. Herkesi bağlıyor.

Yargıtay da egemenlik haklarımızı onun eliyle kullandığımız bir başka kurum. Adli yargılamalar nedeniyle hakkımızı arayacağımız son kurum.

Yargıtay’da da hakkımızın çiğnendiğine inanırsak gideceğimiz yer yine Anayasa Mahkemesi.

Yani son yargı mercii hep Anayasa Mahkemesi.

Ve şimdi Yargıtay’ın bir dairesi, Saray’dan aldığını varsaydığım bir talimat ile Anayasa Mahkemesi kararına uymuyor. Bununla da kalmayıp Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyeleri için suç duyurusunda da bulunuyor.

Yapmak istediği şey çok açık: Anayasal düzene karşı darbe demek bu.

Öte yandan “Anayasal düzen” dediğimiz şey de zaten çoktan ortadan kalkmış gibi.

Yürütme organı, Anayasa’nın maddeleri arasında seçim yapıyor, bazılarına uyuyor, bazılarına uymuyor.

Şahsına bağladığı yargı organları da onu takip ediyor.  Anayasa bazen varmış gibi davranıyorlar, bazen de yokmuş gibi.

Bir vatandaş, yazılı kurallara uymazsa başına neler gelir, bunu biliyoruz. Poliste dayakla ve bazen de işkenceyle başlar, hapishanede son bulur.

Ama Anayasal kurumlar bunu yapınca bir yaptırımı yok.

Hatta bu olayda göreceğimiz gibi sırtları da sıvazlanacak, aferin de alacaklar, gelecek seçimde milletvekili filan da yapılırlar.

Devletin iki kurumu, Anayasa’nın yorumu konusunda böyle bir çatışma içinde olursa ne yapacağız?

Kâğıt üzerinde yazılanlara bakarsak Cumhurbaşkanı, devletin kurumlarının uyum içinde çalışmasını da gözetecek ama Yargıtay’ın bu son darbe girişiminde aslına bakarsanız onun izleri de var.

Geçmişte tarih sahnesinden silinen devletler, kurumları çöken devletlerdi ve bir son darbe onları çökertmeye yetti.

Son bağımsız Türk devletinin kurumları birer birer çöküyor, devlet içten içe çürüyor.

Devletin temeli saydığımız adalet, bu çöken kurumlar arasında birinciliği elinde bulunduruyor.

Türkiye, artık Anayasasını tamamen kaybetmiş ya da son birkaç darbeyle tamamen kaybetmek üzere olan bir devlet.

Bu yazıyı, Prof. Dr. Kemal Gözler’in, “1982 Anayasası hâlâ yürürlükte mi? – Anayasasızlaştırma Üzerine Bir Deneme” başlıklı makalesinden bir alıntı ile bitireceğim. Makalenin 17 Nisan 2016 tarihli olduğuna dikkatinizi çekmek isterim:

“Özelde anayasa, genelde bütün hukuk sistemi, insan davranışlarının önceden belli olan kurallara tabi olması gerektiği, insanların insanlara değil; insanların kurallara itaat etmesi gerektiği varsayımına dayanır. Yine bir hukuk düzeninden bahsedebilmek için, sadece kuralların olması yetmez, insanlarda ve özellikle kamu makamlarında kuralların bağlayıcı olduğu yolunda bir inanç olmalıdır. Böyle bir inanç olmadıkça, bir devlette ne kadar mükemmel kurallar olursa olsun, o devlette bir “hukuk” olduğu, o devletin bir “hukuk devleti” olduğu söylenemez. Korkarım ki Türkiye’de “devlet” denince, insanın hukuka itaat ettiği bir düzen değil, insanın insana itaat ettiği bir düzen anlaşılıyor. Ne olduğu bir türlü söylenemeyen “Türk tipi başkanlık sistemi”, acaba, insanların kurallara değil, insanların başkana itaat ettiği bir sistem mi olacaktır? İnsanın insana itaat ettiği yerde, anayasa da olmaz, hukuk da olmaz.”

————————-

“Hepsini Şimşek yaptı” deme hazırlığı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, narenciye üreticilerine destek olunmasını isteyen parti yöneticilerine Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i işaret etti. “Ben Mehmet Bey’e karışmıyorum, o kendisi karar veriyor” dedi.

Erdoğan’ın kendi tasarımı “Türk tipi başkanlık sistemini” anlamadığı yolunda insanı kuşkuya düşürecek bir söz bu.

Millet tarafından seçilen Cumhurbaşkanı, sadece devleti temsil etmiyor aynı zamanda tek başına yürütme görevinden de sorumlu.

Yani bu memlekette Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa sorumlusu Erdoğan.

Erdoğan bunu bilmiyor olamaz çünkü ülkeyi tek başına yönetiyor.

Biliyor elbette ve böyle konuşarak eski bir Kızılderili numarası yapıyor. Dikkati, kendisinden başka birisine yöneltmeye çalışıyor.

Böylece Mehmet Şimşek, istenildiğinde kolayca kurban edilebilecek bir günah keçisine dönüşüyor.

Çünkü Erdoğan, geçmişte öyle sözler sarf etti ki şimdi o sözlerini yalayabilmesi mümkün değil.

Kendisini iktisatçı zannedip ülke ekonomisini bu hale düşürürken ettiği sözleri başka türlü nasıl geri alabilir?

Kolayını bulmuş; “Mehmet Şimşek’e karışmıyorum, o ne isterse yapıyor.”

Faiz mi yükseliyor, sorumlusu Şimşek.

Asgari ücret, enflasyonun gerisinde mi kalacak, elbette Şimşek yüzünden.

Narenciye üreticilerine verecek para yok, ah o Mehmet Şimşek yok mu?

Böylece ekonominin düze çıkması için içilmesi lazım gelen bütün acı ilaçların sorumluluğu Mehmet Bey kardeşimize yıkılacak.

Günün birinde Erdoğan, işlerin yoluna girdiğine kanaat getirdiğinde kimin kurban edileceği de böylece bugünden tarif edilmiş oluyor.

Zaten Mehmet Şimşek de bu role razı gibi görünüyor.

İkide bir çıkıp “Cumhurbaşkanımız ekonomik programın arkasında” demesi zaten başka bir anlama da gelmiyor.

Maliye Bakanı’nın bir programı varmış da Cumhurbaşkanı da şimdilik onun arkasında duruyormuş gibi bir izlenim yaratma çabası bu.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, uygulanan bir program varsa bu doğrudan Cumhurbaşkanına ait bir program demektir.

Halkı yanıltarak, programın gerektirdiği acı ilaçların faturasını siyaseten ödemesi gereken adresi şaşırtma amacını taşıyor bu söz de.

“Millet bunu yer mi” diye soracak olursanız söyleyeyim, bugüne kadar neleri yemedi ki bunu da yemesin?

———