Sâkıt Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk, yarı resmi Sabah gazetesine verdiği demeçte “çözüm süreci Erdoğan desteklediği için ilerliyor, ahenk içinde çalışan bir devlet ve iktidar var” dedi.
“Sâkıt”, eski Türkçede “düşen, düşmüş” anlamına geliyor. Okunurken “a” harfi uzun okunsun diye a’nın üzerinde şapka var ama TDK hangi akla hizmet etmek için bilmiyorum, bu işaretleri kaldırdı.
Bu yüzden 12 Eylül sonrasında kocasının, karısının, çocuğunun adını bile yanlış telaffuz eden bir nesil de yetişti, ama orası ayrı mesele.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK için “münfesih örgüt” isimlendirmesini yapınca, görevden alınıp yerlerine kayyım atanan seçilmiş belediye başkanlarına ne demek gerekir diye düşünürken “Sâkıt” kelimesini hatırladım. “Darbeyle düşmüş” anlamında kullanmak üzere!
Ahmet Türk, yılların politikacısı, darbeyle düşürüldüğü belediye başkanlığı görevine mahkemede beraat etmesine rağmen iade edilmedi ama söylediği sözlerin anlamını bilecek kadar tecrübeli.
Onun için “ahenk içinde çalışan bir devlet ve iktidar” cümlesinin altını çizdim!
Buradan anlıyoruz ki Ankara’da iki güç odağı var: Birisi “devlet” diye isimlendirilen bir şey, diğeri ise iktidar.
İktidarın ne olduğunu açıklamak gerekmez sanırım: Cumhurbaşkanı sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın tek başına elinde tuttuğu gücü tanımlıyor: “Yürütme organı” kastediliyor olmalı.
Bu tek kişilik yürütme organı aynı zamanda yasama organı TBMM’nin ve yargı kurumlarının da müdürü sayılır.
“Müdür” kelimesini “idare eden” anlamında kullanıyorum.
Çünkü bu iki organ tam olarak Erdoğan’a bağlı, Anayasa’da yazan kelimelerin tarif ettiği durum geçerli değil. Uzunca bir süredir Anayasasız yönetilen bir ülke olduk zaten.
Peki “devlet” kim?
Sakıt Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk her halde Devlet Bahçeli’yi kastetmiyor.
Demek ki Mardin’den bakınca Ankara’da iki güç odağı var: Biri Erdoğan ama ötekisi kim?
“Diklenmeden dik duran Dünya lideri”, Türkiye’deki iktidarını bu kim olduğu, gücünü nereden aldığı belli olmayan bir “şey” ile mi paylaşıyor iktidarını?
Biz de zannediyorduk ki vesayet odakları yerle bir edildi, bundan sonra halk ne derse, kimi seçerse sadece o olacak!
Bana öyle geliyor ki Ahmet Türk, eski Türkiye’de kalmış.
Türkiye’de artık “iktidar” ve “devlet” diye bir ayrım yapmamızı gerektirecek durum yok.
İktidar da Erdoğan, devlet de Erdoğan.
Ankara’da yakışıklı siyah makam araçlarıyla ortalığı velveleye vererek dolanan zevat, Erdoğan izin vermezse tuvalete bile gidemez!
Bu ayrım bir tek yerde kullanılacak: PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesinin ardından TBMM’de ve idarede yapılması lazım gelen işlerin AKP’ye oy kaybettirdiği görülünce!
Bu sürecin başarıya ulaşması için yapılacak kanun değişiklikleri ve belki kısmi bir af kanunu da dahil olmak üzere yeni kanunların çıkarılması gerekecek.
O tarihteki tablo, bu işlerin yapılmasının seçim kazandırmaya yeteceğini gösterirse mesele yok.
Tam tersini gösterirse o zaman Erdoğan, iktidar sahibi olarak kükreyecek ve “devlet içindeki birtakım odakları” suçlayacak.
23 yılını yeni tamamlayan AKP iktidarında öğrendiğim şeylerden biri de budur!
İyi olursa Erdoğan’dandır, kötü sonuç verirse kim olduğu belli olmayan birileri sorumludur!
O günkü duruma göre isimleri değişir: Devlet içine çöreklenmiş bir grup, emperyalist güçler, dış odaklar, vesayet odakları vs.
—————————
Taliban yasaları mı test ediliyor?
Türkiye’de de giderek yaygınlaşan “Cadılar Bayramı” nedeniyle kostümlü eğlenceye katılmak için sokağa çıkan üç kişi “ele geçirildi”!
Fotoğraflardan anladığım kadarıyla bu üç kişiden biri, filmlerde filan rastladığımız türden Hz. İsa kılığına girmiş.
Kendilerine bira kasalarından da bir haç yapmışlar ve sokağa çıkmışlar.
Her buluttan nem kapan bir devletimiz var artık, bunu biliyoruz.
Gençlerin fotoğrafları sosyal medyada yayılınca savcılık harekete geçmiş!
Savcılarımızın bazıları “müteharrik makine” gibiler. Böyle şeyleri görünce harekete geçmeden duramıyorlar.
Valilik açıklamasına göre “3 kişinin bira kasalarından oluşturulmuş haç işareti ile yaya olarak dolaştıkları tespit edilmesi üzerine” savcılık harekete geçmiş, polis de çocukları sokaktan toplamış.
Gençler hakkında “Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik / Aşağılama suçu kapsamında adli işlem” yapılıyor.
Önce şunu söyleyeyim ki kanun “yakın tehlike” diye bir şart koymuş, öyle bir şey yok. İnsanların ancak gülecekleri bir şey bu; öfkelenip birbirlerinin boğazlarına sarılmalarına yol açacak bir şey değil.
Keşke savcılar kanunu bir kez daha okumuş olsalardı.
“Aşağılama” ise hiç sayılmaz, Hristiyanların çoğunlukta olduğu ülkelerde bile böyle şeyler “eğlencenin bir parçası” kabul ediliyor.
Bira şişelerinden oluşan bir haç taşımanın, Eskişehir halkına nasıl bir zarar vermiş olabileceğini düşündüm, düşündüm, düşündüm… Yine de bir sonuca varamadım.
Acaba devletimiz bira kasalarından yapılan bir haç gören Eskişehirli Müslümanların mürtet olabileceğine mi inanıyor?
Öyle olacak bile olsalar bu devleti niye ilgilendiriyor?
İnanç özgürlüğü bu değil mi?
İnsanlar canları hangi dine inanmak istiyorsa ona inanırlar, bu inanç özgürlüğüdür.
İnanç özgürlüğü hiçbir dine inanmamayı ya da deist olmayı da kapsar. Çünkü bunlar da kendine göre inançlardır.
Bu konu devletin memurlarını hiç ilgilendirmez.
Yoksa kızdıkları şey gençlerin eğlenmeleri mi? Çaktırmadan Taliban yasalarına mı alıştırılıyoruz; eğlenceyi yasaklayan?
———————————
