Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Diktatörlüğe mesafemiz kaç parmak?

Diktatörlüğe mesafemiz kaç parmak?

Fenerbahçe – Konyaspor maçında tribünlerde “hükümet istifa” sloganları atanlar hakkında savcılık 6222 sayılı kanun kapsamında soruşturma başlattı.

Bu kanun, spor sahalarındaki şiddeti önleme amacıyla çıkarılmıştı.

Tek tek belirlenecek seyircilere “seyirden men” cezası verildiği ileri sürülüyor.

Bunun burada kalmayacağını, işin içine Futbol Federasyonu’nun da sokulacağını ve böyle protestolar nedeniyle tribün kapatmaktan tutun da stadı tümüyle izleyicilere kapatmaya kadar bir dizi cezanın verileceğini görürseniz de şaşırmayın.

Çünkü belli ki hükümetin küçük ortağı ile küçük ortağının hınk deyicisi İçişleri Bakanı, bu konuda sert önlemler almaktan yanalar.

İçişleri Bakanı sıfatını taşıyan şahıs, bu konuda şunu söyledi:

“Deprem meselesine gömüldüğümüzü zannedenler, güvenlik meselesinde kalkanlarımızı kaldırmayacağımızı zannetmesinler. Hodri meydan.”

Böylece Erdoğan rejiminde, hükümetin istifasını istemenin, ciddi bir güvenlik sorunu olarak tanımlandığını da görmüş bulunuyoruz.

Bu tablo, rejimin karakterinin giderek otokrasiden, diktatörlüğe kaydığı şeklinde yorumlanabilir.

Çünkü demokratik ülkelerde, hükümetler kutsal varlıklar değildir, istifalarını istemek de bir güvenlik sorunu yaratmaz.

Bu tür konuları bir iç güvenlik meselesi olarak gören rejimler şu anda dünyanın değişik yerlerinde “duruma hakimler”!

Mesela Kuzey Kore’de, böyle bir iş yapmayı aklınızdan bile geçiremezsiniz.

İran diktatörlüğünde bunu isteyenlerin uyduruk mahkemelerdeki jet yargılamalarla teker teker idam edildiklerine de yakın zamanda tanık olduk.

Çin gibi, Rusya gibi otokrasilerde de hükümetin istifasını isterseniz, bir “iç güvenlik sorunu” olarak görülürsünüz.

Erdoğan rejimi ile bu rejimler arasındaki mesafe giderek azalıyor ancak belli ki hala alınabilecek bir yol kalmış.

Öyle olmasaydı İçişleri Bakanı “hodri meydan” diye tehdit edeceğine doğrudan harekete geçerdi.

Erdoğan rejiminin eleştiriden hazzetmediğini bilmeyen yok ama bu adımlar rejimin “azıcık demokrasiye” bile artık tahammülünün kalmadığını gösteriyor.

Tabii bunu açıkça söylemek gibi bir dürüstlük de göstermiyorlar. Sığındıkları şey “spor sahalarında siyaset olmaz” palavrası.

Oysa spor sahalarında siyasetin dik alasını da bizzat kendisi yaptı, yapmaya da devam ediyor.

Pandemi sırasında boş kalan tribünleri Erdoğan’ın fotoğrafı ve “özlü sözleriyle” süslü dev posterlerle kapladıklarını unutmadık.

Daha geçen gün Galatasaray kadın basketbol takımının Avrupa kupası maçında salonun bir duvarının Erdoğan ve Spor Bakanı’nın posterlerine ayrıldığını da not edeyim.

Bunlar siyaset yapmak değilse, nedir?

Oysa Recep Tayyip Erdoğan, “ala Turka başkanlık sistemine” geçmek için referanduma gidilirken tamamen başka telden çalıyordu.

18 Şubat 2017 tarihinde Elazığ’daki toplu açılış töreninde şöyle demişti:

“Mevcut sistemde Cumhurbaşkanı vatana ihanet dışında hiçbir suçtan yargılanamaz. Yeni sistemde bu da çözülüyor. Meclise yaptığı tüm işlemlerle ilgili Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açma ve Yüce Divan’da yargılanmasını talep etme hakkı veriyor.”

Demek ki neymiş?

Bu sistemde Cumhurbaşkanı ve onun şahsında temsil edilen hükümet dokunulmaz ve kutsal bir varlık değilmiş.

Onun için savcı beylere sesleniyorum: Vatandaşları rahat bırakın!

Uyduruk suçlamalarla insanları taciz etmeyin.

—————————–

Müslümanların “güzel ahlak” sınavı

Ortaya çıktı ki “yerli ve milli Müslüman kardeşler”, internet sitesinde kendisini “kâr amacı gütmeyen, yardım hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan gönüllü bir kuruluş” olarak tanıtan Kızılay’ı bir “kâr ve rant merkezine” dönüştürmüş.

Kızılay’ın yerel kadroları, siyasi amaçlı kadrolaşma amacıyla arpalık olarak kullanılırken, ana faaliyet de “şirketlere” kaydırılmış.

Bu şirketlerin kurulmasına niye gerek duyulduğu belli: Şirketleri kâr merkezi haline getirmek ve bundan nemalanmak!

Bu nema kimisi için “huzur hakkı” olarak ortaya çıkar ki anladığımız kadarıyla Başkan Bey bütün şirketlerden “huzur hakkı” alıyormuş.

Bir gönüllü yardım kuruluşunun, bir holdinge dönüşmesinin başka bir izahı var mı?

Kızılay, kâr amacı gütmediği için vergiden de muaf.

Onun için iktisadi faaliyetlerini dernek çatısı altında da rahatça sürdürebilirdi.

Millet depremin ardından soğukta titrerken, bunlar gönüllü yardım dernekleriyle çadır pazarlığı yapıyorlarmış!

Haluk Levent’in açıklamasına göre, çadır temininde güçlük çekilince dernek, Kızılay’a başvurmuş.

Tanesi şu kadar liradan, bu kadar çadır için pazarlık edilmiş ve depolardaki çadırlar deprem bölgesine gönderilmiş.

Merak ettim: Bu pazarlık acaba nasıl sürdürüldü?

Bir tarafta yardım etmek için çırpınan, topladığı nakdî yardımı en doğru şekilde kullanmaya çalışan bir dernek var.

Diğer tarafta da eski karikatürlerdeki gibi cüppeleri olmasa da sakalları ve göbekleri yerinde tipler ellerindeki çadırı olabilecek en iyi fiyata satmaya çalışıyor!

Şunu söylemeliyim ki memleketimizin siyasi İslamcıları, “İslam ve güzel ahlak” konusunda hiç iyi bir sınav vermediler.

Gördük ki “iyi ahlak” sadece dillerinde.

Bu tablonun mütedeyyin insanlarımızı ne kadar yaraladığının bilmiyorum farkındalar mı?

————————-