İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısında kullanılan bomba ile ilgili açıklamalar yaparken şunu söyledi:
“Amerika’ya bağlı PYD / PKK terör örgütü.”
Bakan Soylu, saldırının hemen ardından yaptığı açıklamada da saldırıdan ABD’yi sorumlu tuttuğunu açıkça belirtmiş, baş sağlığı dileklerini geri çevirmişti.
Soylu, terör örgütü PYD / PKK’nın ABD’ye bağlı olduğunu açıkça vurguladığı bu sözleri söylediği konuşmasında şunu da özellikle vurguladı:
“Devlet dedikodu yapmaz, devlet bilgiyle çalışır ve kendi tecrübesine, ciddiyetine uygun şekilde çalışır.”
Buradan da anlıyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin elinde, saldırıyı gerçekleştirenlerle, ABD arasında açık, somut ve kesin bir bağlantı tespit edilmiş.
Çünkü ciddi bir devletin dedikodu yapmayacağını bizzat İçişleri Bakanı açıklıyor.
Normal şartlar altında egemen bir devlet, bir başka devlet adına faaliyet gösteren bir terör örgütünün saldırısına uğradığında bunun hesabını nasıl sormalıdır?
Muhtelif yanıtları var, ancak en çok bilineni ve günümüzde yaygın olarak tercih edileni bunun hesabını benzeri şekilde sormak.
Mesela İsrail böyle yapıyor.
ABD de kendi topraklarına yönelik terör saldırılarının hesabını taa Afganistan’a kadar gidip, orayı işgal ederek sormuştu.
Medeni devletlerin tercih etmesi gereken yolun bu olmadığını, bunun Dünya için yararlı sonuçlar doğurmadığını bu ülkelerin deneyimlerinden biliyoruz.
Geriye kalıyor uluslararası her ortamda terörist örgütü besleyen, kendi amaçları doğrultusunda kullanan devleti mahkûm etmek.
Her uluslararası toplantıda bununla ilgili açıklamalar yapılmalı, karar tasarıları gündeme getirilmeli, terör destekçisi devleti diğerleri nezdinde mahcup duruma düşürecek girişimlerde bulunulmalıydı.
Mesela Cumhurbaşkanı, G 20 zirvesinde ABD Başkanı ile karşılaştığında elbette adamın yüzüne tükürmemeliydi ama bu kadar yakınlık da göstermemeliydi.
Büyükelçilerimiz her gün Washington’daki Dışişlerini aşındırıp, durumu protesto etmeliydi, ama bir defa bile bunu yapmadı.
BM toplantılarında da bu terörizm teşhir edilmedi.
Bunu neye bağlamalıyız?
Dışişleri Bakanı’nın İçişleri Bakanı kadar “yürekli” olmamasına mı, beceriksizliğine mi, TC’nin çıkarlarını korumaktan alenen kaçındığına mı?
Cumhurbaşkanı da belli ki Soylu kadar cesur değil, Biden’ın yüzüne karşı “yazıklar olsun sana” bile diyemedi.
Yoksa Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi kem gözle bakanın gözünü kör edecek güçte değil mi? Çok güçlüyüz” derken bizleri mi kandırıyorlar?
Ya da İçişleri Bakanı, kendince siyaset yapıyor, söylediklerini ciddiye almamak mı lazım?
Hangisi doğru?
——————————–
Biraz da gülelim
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul İnsan Kaynakları Forumu’nda konuştu:
“Hiçbir vatandaşımızın ötekileştirilmediği bir iklimi hâkim kıldık.”
————————-
Sorulmayan soruyu sorayım
Eski Hürriyet’in logosunu kullanan gazetenin maiyet yazarı Deniz Baykal’ın kızı Aslı Baykal ile konuştu.
Yazının başlığı şöyle: “Aslı Baykal bombaladı: CHP ya Erdoğan ya Rifkin dedi.”
Maiyet yazarı Aslı Baykal’a “can alıcı sorular” sormuş yanıtlarını da almayı başarmış.
Aslı Baykal, “seçime giden bir partinin sunumunda, bir Amerikalıyı sömürge komiseri gibi hem de ilk konuşmacı olarak sunmak, CHP’de aklın tatilde olduğunu gösteriyor” diyor.
Orada da durmuyor:
“CHP çok radikal bir biçimde gayri millî çizgiye savrulduğu için bir kampana çalarak partiden ayrıldım. Hemen ardından gelen bu Rifkin çıkışı da sanırım haklılığımın ispatı olmuştur.”
Yanıtlar, Aslı Hanım’ın neden gazetenin baş köşesinde ağırlandığını ortaya koyuyor.
O kadar ki Aslı Hanım, AKP’den milletvekili adayı olsa hiç şaşırmayacağız.
Bu söyleyişi dikkatle okudum ve kamuoyunun yanıtını hala beklediği bir sorunun sorulmadığını gördüm.
O eksikliği de ben tamamlayayım, Aslı Hanım bir yanıt vermek isterse bana e posta ile ulaşabilir.
Soru şu:
Halk TV’yi Baykal ailesi hangi kaynaklarla kurup, finansmanını sağladı?
Ve Halk TV’yi kendi malıymış gibi nasıl sattı?
——————————–