Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Gerçek bir “beka” sorunu

Gerçek bir “beka” sorunu

Cennet vatanımızda en az gündeme gelen konu “bütçe hakkı”dır.

Çağımızın modern devletleri ile eskinin monarşilerini birbirinden ayıran çizgi de esasen buradan geçer.

Halk, vergisini öder ve bu verginin nereye, nasıl harcanması gerektiğine kendisi karar verir.

Millet adına yasama yetkisini kullanan organ ki bizim Anayasal düzenimizdeki adı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir, bu hakkı elinde tutar.
Bütçe kanununu çıkarır, yürütmeyi gelirleri toplamak ve harcamaları yapmak için yetkilendirir.
Böyle bir yetki olmadan bunların hiçbiri yapılamaz. Yapılıyorsa orada temsili demokrasiden söz edilemez.
Yasama, bütçe yapma yetkisini elinde tutarak yürütmeyi dengeler, denetler.
Eğer Türkiye bir demokrasi değil de bir orta çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı.

Bu son cümleyi yazdıktan sonra durakladığımı itiraf ediyorum.

Türkiye bir orta çağ krallığı filan değil elbette ama yürütme organını temsil eden bir tek kişi vergilerimizi keyfine göre harcıyor, TBMM dahil kimse de bunun hesabını soramıyor.

O kadar ki sarayına doldurduğu danışmanlarının kaç lira maaş aldığı bile “gizli” bilgi!

Davet usulü keyfi olarak dağıtılan ihaleleri filan saymıyorum.

Ödediğimiz vergilerden oluşan kamu harcamalarının doğru mu yanlış mı yapıldığını millet adına denetlemesi gereken bir kurumumuz da var: Sayıştay.

AKP iktidarında bu kurumun faaliyetleri olabildiğince sınırlandırıldı, raporları yayınlanmaz oldu filan ama kâğıt üzerinde de olsa böyle bir kurum var.

Ve Cumhurbaşkanı, o kurumun Başsavcılığına, eski bir AKP milletvekili aday adayını tayin edildi.

(Sayıştay Başkanlığı’na da AKP – MHP koalisyonunun oylarıyla Cumhurbaşkanlığı’nın eski Personel Genel Müdürü seçilmişti.)

Sayıştay Başsavcısı, denetçilerin tespit ettiği yolsuzlukları, hesap yargılamalarını, temyiz taleplerini değerlendirip, gereklerini yerine getirir.

Hakkında suç duyurusunda bulunulan sorumluların ve diğer ilgililerin durumlarını,

Sayıştay’ca belirtilen süreler içerisinde verilmeyen hesaplar ile istenen bilgi ve belgeleri vermeyen sorumlular ve diğer ilgilileri ve ilamların infazı ile ilgili işlemleri yapar.

Yani kısaca Cumhurbaşkanı’nın başında olduğu yürütmenin akçalı işlemlerinin denetlenmesini yürütür, TBMM’ye raporlar, kamu zararına yol açan bürokratları yargılar.

Erdoğan’ın atadığı, Erdoğan’ın partisinin milletvekili aday adayı, şimdi Erdoğan yönetiminin vergilerimizi doğru yere harcayıp harcamadığını denetleyecek, öyle mi?

Bu atama, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının bu iktidar döneminde nasıl çökertildiğinin bir örneği daha.

Tarihteki devletler bir günde çöküp gitmediler.

Devleti ayakta tutan kurumlardaki yıpranma geri dönülemez noktaya geldiğinde yıkılıp gittiler.

Ercan Uygur’un dün T24’te yayımlanan yazısını kaçırdıysanız, buradan okumalısınız. ( https://t24.com.tr/yazarlar/ercan-uygur/devlet-neden-kirilgan-hale-geliyor,36177 )

Hayali beka sorunlarından değil, gerçek bir meseleden söz ediyorum.

———————–

Aysel Tuğluk da insan!

Emekli general Çevik Bir, ciddi sağlık sorunları nedeniyle cezaevinden tahliye edildi.

“Çevik Bir’i hapishaneye gönderen irade” nasıl olduysa insafa geldi ve aylar önce yapılması gereken bir iş gecikerek olsa da yerine getirildi.

Çevik Bir ile aynı sağlık sorunlarından mustarip olan eski HDP Milletvekili Aysel Tuğluk ise halen hapishanede.

Tıpkı Çevik Bir gibi Aysel Tuğluk da siyasi bir yargılamanın sonucu olarak altı yıldır hapishanede yatıyor.

İleride Erdoğan dönemi, adalette keyfiliğin, siyasi yargılamanın, idarenin emrindeki yargının en berbat örnekleri ile hatırlayacağımız bir dönem olacak.

Özellikle adalet tarihimiz için son derece utandırıcı sayfalar yazılacak.

Çevik Bir için işleyen kuralların Aysel Tuğluk için de işletilmesi, idarenin insanlığını hala kaybetmediğini ümit etmemizi sağlayacak bir örnek olsun.

————————–

Vatandaşın iradesine ihanet meselesi de var

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ihanet ettiler, o makama layık oldukları için gelmediler” diye suçladığı iki isimden Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun sinirleri yatışmıyor.

En son katıldığı bir televizyon programında bu konuyu yine gündeme getirdi.

Danışman, bakan ve başbakan olarak görev yaparken, hangi aşamada liyakatsiz bulunduğunun açıklanmasını istiyor.

“İhanet neyse gözümün içine bakarak söyleyecek” diyor.

Kendi aralarındaki mesele deyip geçiştirebileceğimiz bir durum değil elbette.

Erdoğan’ın kendisini nereye konumladığını gösteren ilginç bir örnek bu ve bugünkü tek adam yönetiminin Erdoğan fırsatını bulursa nereye doğru evrilebileceğini de anlatıyor.

Ancak Davutoğlu’nun da “gözümüzün içine bakarak” açıklaması gereken bir durum var.

Türkiye siyasi tarihinin en yüksek oy oranlarından birini alarak (Yüzde 49,5) Başbakan olan Davutoğlu, nasıl oldu da Pelikan Darbesi’ne sessizce boyun eğdi?

Başbakanlık makamı, “otur” denilince oturulan, “kalk” denilince kalkılan bir makam mıdır?

Niye o tarihte parti içinde gerçekleştirilen bu saray darbesine karşı çıkmadı da “dava zarar görmesin” bahanesiyle yapılanları sineye çekti?

Zarar görmemesi için titizlenilen “dava” neydi?

Seçmenin iradesine göre bu “davanın” ne gibi bir üstünlüğü vardı ki “vatandaşın anasının ak sütü gibi helal” oyları yok sayılabildi?

Bir “ihanet” var ise önce burada aramak gerekiyor diye aklımdan geçirdim.

Vatandaşın serbest iradesine yapılan ihanet babında!

————————-