Yargıtay 3. Ceza Dairesi, bir kez daha Anayasa Mahkemesi kararına uymadı.
Böylece Adalet Bakanı’nın 15 Kasım 2023 günü söylediği “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını biz getirdik. Geriye dönmek gibi bir durum söz konusu olamaz” sözleri de üzerinden bir buçuk ay geçtikten sonra çöp kutusunun dibini boyluyor.
Alt derece mahkemeleri ya da Yargıtay bu konuda verilen kararlara uymadıktan sonra, bireysel başvuru hakkını kaldırsanız ne olur, kaldırmasanız ne olur.
Yargıtay’ın bu kararı, bir süredir devletin farklı kurumlarında oluşan MHP güdümündeki paralel siyasi yapının Yargıtay içindeki bir uzantısına mı işaret ediyor yoksa bu kararı alanlar Cumhurbaşkanı’nı mı izliyor, bunu şu an için bilemiyorum.
Yargıtay’ın ilgili dairesinin bu zıtlaşma tutumuna HSK ve Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi yazısına bir kez daha muhatap olan TBMM’deki iktidar çoğunluğunun göstereceği tavır, bu konuda karanlık kalan noktaları aydınlatacaktır.
Yargıtay, 3. Ceza Dairesi, Can Atalay ile ilgili AYM kararını reddederken kararına hâkim olan üslup bir ergen atarlanması.
Bunların ciddiye alınacak yönü elbette yok ama sonuç olarak ne kadar ciddiye almazsak almayalım, ortada açıkça yok sayılan bir Anayasa var.
Yargıtay dairesi, Yargıtay Genel Kurulu’nun AYM kararlarına paralel içtihatlarına da meydan okuyor.
Hızını da alamıyor ve AYM’nin “Anayasa’ya aykırı davranmakta ısrar etmesi halinde Cumhurbaşkanı’nın meşruiyetini dahi tartışmaya açabileceğini” de iddia ediyor.
Bu iddiayı okuyunca ister istemez tebessüm ettim.
Anayasa yokmuş gibi davranılmasının yaratacağı meşruiyet sorununa kaç kere dikkat çektiğimi hatırlamıyorum bile.
Anayasa’yı yok sayan kurumların en başında Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendisi geliyor.
Parlamenter sistemin Cumhurbaşkanı olarak seçildiği gün partisinden istifa etmesi gerekiyordu, istifa etmedi. Üçüncü kez seçime girmemesi gerekiyordu, YSK’yı da kendisine uydurduğu için seçime girebildi.
AİHM ve AYM kararlarını uygulamayan da yine Cumhurbaşkanı’ndan aldıkları işaretle hareket eden mahkemelerdi.
Cumhurbaşkanı, meşruiyetini mevcut Anayasa’dan alıyor.
Tıpkı yargı organları gibi, Yargıtay gibi, AYM gibi.
Bu Anayasa yok ise bu kurumların meşruiyeti de yok demektir.
Darbe yönetimleri, ilk iş olarak yürürlükteki Anayasa’yı ortadan kaldırırlar ki meşruiyet sorunu yaşamasınlar.
Anayasa’nın ilkokul çocuklarının bile anlayabileceği açıklıkla yazılmış hükümlerini ısrarla uygulamayan, yok sayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin yaptığı da aynen budur.
Türkiye, Yargıtay’da bir grup hâkim tarafından başlatılan bir sivil darbe ortamından geçiyor.
Ya bu darbeye dur denilecek ya da bu sivil darbe kendi karakterine uyan bir şekilde adım adım diğer Anayasal kurumları da ortadan kaldıracak.
“Menzil – i maksutları” her ne ise, oraya varana kadar durmayacaklar.
Türkiye’nin demokratik sivil güçlerinin bütün varlıklarıyla bu darbeye direnmesi gerekiyor.
——————————–
“İşine git” dediler, gittim!
Sayın İçişleri Bakanı’na
Sayın Emniyet Genel Müdürü’ne
Sayın İstanbul Valisi’ne
Sayın İstanbul Emniyet Müdürü’ne
Sayın İstanbul Trafik Müdürü’ne.
Konu: “Eşek yerine konulmuş” bir vatandaşın şikâyeti.
Sizler biliyor musunuz bilmem ama İstanbul Bebek’te, Küçük Bebek Deresi ile Cevdet Bey Caddesi’nin kesiştiği köşedeki üçgen kavşakta her gün bir trafik polisi aracı park ediyor.
Eğer bu Bebek halkının göz zevkini okşasın denilerekten konulmuş bir araç ise dekoratif olarak hoş durmadığını söyleyebilirim. Belki Dilan Polat’tan el konulan pahalı araçlarla bir deneme daha yapmak yararlı olabilir.
İki kişilik bir trafik polisi timi de aracın yanında dekoru tamamlıyor.
Çarşamba akşamı saat 19.10’da tam da Baylan’ın önünde, dörtlülerini yaktığı için canı nerede çekerse orada, o anda durabileceğini düşünen ve bir büyük arazi aracı kullanarak ikinci sıra park eden bir magandayı orada görevli iki trafik polisine şikâyet ettim.
Şöyle bir diyalog kurduk, buna ne kadar diyalog denilir, bilmiyorum.
Birinci polis: Devam edin, devam edin!
Vatandaş Mehmet: Siz trafik polisi değil misiniz, devam etmesi gereken ben değilim, yolu kapatan araç olmasa zaten devam ederim.
İkinci polis: Hadi git işine.
Vatandaş Mehmet: Okey, işime gideceğim.
Bildiğiniz gibi benim işim de bu, gazetecilik: Vatandaşlar adına kamu görevlilerini denetlemek.
Madem işe gidiyorum o halde görevimi de yerine getireyim dedim.
Eğer trafik polislerini civardaki kafelerden kahve – çay alsınlar, poğaça filan yesinler, gelip geçen kızlara baksınlar diye oraya göndermiyorsanız, burada ciddi bir sorun var.
Bir sorun var diyorum ama belki de birkaç sorun var.
Birinci sorun şu olabilir: Trafik polisleri eğitimsiz. Yani sizler görevlerinizi ihmal ediyor ve İstanbul’un en kalabalık kavşaklarından birine görevlerinin ne olduğunu bilmeyen polisleri gönderiyorsunuz.
İkinci sorun polislerin, orada olup bitene göz yummak için rüşvet almaları olabilir.
Rüşvet alıyorlar ve bu nedenle Bebek’teki bu bitmek bilmez trafik kargaşası katlanarak sürüyor. Ancak doğrusunu isterseniz bu ihtimali pek gerçekçi bulmuyorum.
Çünkü tek merkezden rüşvet verecek bir otorite yok Bebek’te. Küçük küçük onlarca işletmeci ve iki büyük işletme ile valeleri var.
Üçüncü sorun ikincisinden daha vahim: Değnekçi ücretinin 300 lira olduğu bir bölgede, bunu rüşvet almadan yapıyorlarsa kesinlikle salak olduklarını söylemek zorundayım, kimse kusura bakmasın.
Günümüz Türkiye’sinde salaklık, rüşvetçilikten daha ağır bir günah sayılmalı. Malum, bu ülke “işini bileni, çalan ama çalışanı” seviyor!
——————————–
