Başlamadan biten “barış süreci”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhuriyet Bayramı mesajında “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Kürt sorunu yoktur, asla da olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin etnik veya mezhebi bir ağırlığı ve açmazı da yoktur. Var olan sorun bölücü terör sorunudur, kaldı ki bu ihanetin kökü muhakkak surette kazınacaktır” dedi.
Bahçeli’nin bu sözlerinin “yeni bir barış süreci” beklentisine giren “iyimserler” için hayal kırıklığı olacağını söyleyebilirim.
Zaten Bahçeli’nin bu konuşmasından önce yayımlanan DEMP Parti Meclisi’nin açıklaması da PKK’nın bırakın silahları terk etmeyi yeni bir barış süreci için küçük adımlar atmak konusunda bile istekli olmadığını gösteriyor.
Belli ki Kandil’in savaş ağaları, bu konuyu fazla uzatmadan kestirip atma eğilimindeler ve bu eğilimleri de hayli sert bir parti bildirisine yansımış bulunuyor.
Konu uzarsa İmralı’dan Abdullah Öcalan’ın, Edirne’den Selahattin Demirtaş’ın Kürt siyaseti üzerinde etkilerinin artabileceğini de hesaplamış olmalılar.
Herkese sınırını hatırlatmayı hedefleyen sert bir bildiriyle pozisyonlarını belirliyorlar.
Çünkü PKK şu anda Suriye’nin kuzeyinde, ABD ile kurduğu ittifak sayesinde büyük bir güç kazandığını düşünüyor, bundan da Öcalan istedi diye, Demirtaş istedi diye vazgeçmeyeceğinin altını çiziyor.
Bildirideki şu ifadeler barış için görüşmeye hazır birisinin kullanacağı ifadeler olmamalı:
“Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kazanımlarını yıllardır boğmaya çalışan AKP – MHP iktidarının işgal ettiği bölgelere yerleştirdiği çetelerin tasfiyesi gündemdedir. Güney Kürdistan’a yönelik işgal ve ilhak politikaları ise ciddi bir çıkmazın içine girmiştir. İran’ın savaş çemberine alınmasıyla bölgede yaşayan Kürt halkının belirleyici bir politik özne olarak güç kazanması olasılığını kendi yayılmacı politikaları için handikap ve çıkmaz olarak görmektedir. Kürt halkının kazanımlarının yok edilmesi üzerinden bölgesel güç olma hevesleri berhava olan ve dış politikada yalnızlaşan rejim için bu gelişmeler, iç siyasi dengeleri de ziyadesiyle etkilemektedir.”
Bildiride yer alan “halkların kendi kader ve geleceklerini belirleme hakkı” kavramı, PKK’nın ayrılıkçı ideolojisinden vazgeçmeyeceğinin de bir göstergesi.
Böylece Öcalan’ın yeğenine söylediği ifade edilen “koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” sözleri de havada kalmış oluyor.
DEMP bildirisindeki “halkların kendi kader ve geleceklerini belirleme haklarını egemenlerin elinden söküp almaya en çok ihtiyaç duydukları şu günlerde, bu potansiyeli açığa çıkaracak olanlar ise ideolojik – politik ufku ve örgütlü gücüyle sömürgeciliğe ve faşizme karşı mücadelenin en önünde yürüyen Kürt halk hareketi” ifadesi Kandil’den başka kimseyi tarif etmiyor.
DEMP’in Kandil’in yönlendirmesiyle yayınladığını düşündüğüm bu bildirinin ardından Bahçeli’nin sözleri, zaten başlamamış barış sürecinin kapanışını da ilan ediyor gibi:
“Terör ve bölücülüğü sadece hayatımızdan değil, milli hafızadan da söküp atma hedefinden cayma, sapma ve savrulma söz konusu değildir. Şayet buna direnç gösterilirse, eski usul mücadele stratejilerinden çok daha sert, seri ve şiddetli yöntemlerin devreye alınması mukadder hale gelmeli, hiç kimsenin de gözünün yaşına bakılmamalıdır.”
PKK’nın silah bırakmayacağı gibi kendisini lağvetmeyeceği de belli olduğuna göre Bahçeli’nin “direnç gösterilirse” şartı da oluşmuş bulunuyor.
Bundan sonra Erdoğan yönetiminin “çok daha sert, seri ve şiddetli yöntemleri devreye alması” Türkiye’yi yeni bir gerilim ortamına sokacak.
Devlet Bahçeli’nin “Öcalan meclise gelsin, PKK’nın tasfiye edildiğini açıklasın” çağrısının, Öcalan tarafından değil ama PKK tarafından geri çevrilmesi, iktidarın oy için taktik değiştirmesi sonucunu yaratacak.
Bunun sonucu zaten son derece sınırlı olarak kullanılabilen demokratik hakların daha da sınırlandırılması olacaktır.
Erdoğan, “Kürt kartından” beklediği sonucu alamayacak gibi görünüyor. Anayasa değişikliği için kendisine başka müttefikler aramak zorunda kalacak.
———————