t24.com.tr

Onu daha önce hiç böyle görmemiştik

Saraçhane’deki 15 Temmuz kutlamalarına katılımın son derece cılız kalmış olması neyi gösteriyor?

Birçok nedeni olabilir.

AKP İl Örgütü’nün eski dinamizmini ve gücünü kaybettiğini söyleyebiliriz mesela.

Cumhurbaşkanı’nın konuşacağı bir mitinge adam taşımakta bu kadar başarısız olduklarına daha önce hiç tanık olmamıştık.

Katılımın bu kadar cılız olmasının nedeni olarak uzatılmış bayram tatili de gösterilebilir ancak unutmayalım ki bütün İstanbul da tatile çıkmadı.

Sanırım böyle bir sonucu Erdoğan da bekliyor olmalıydı ki miting zaten Yenikapı gibi dev bir alan yerine, Saraçhane’deki küçük alanda yapıldı.

Erdoğan kendisine ve örgütüne güvenebiliyor olsaydı Yenikapı meydanını tercih ederdi.

Kutlamalar, alan tıklım tıklım doldurularak son ekonomik gelişmeler nedeniyle morali hayli bozuk AKP teşkilatlarına seçim öncesi bir ara gazı verme fırsatına dönüştürülürdü.

Biliyoruz ki Erdoğan ve AKP için, “imaj ve algı”, gerçeğin kendisinden çok daha önemli.

Bu mitingi gerçeği yeniden kodlamak – kurgulamak için kullanamadılar.

Bu üzerinde durmaya değer bir siyasi gelişme aslında.

15 Temmuz’un bir “bayram” olarak kutlanıyor olmasının nedeni, Erdoğan ve AKP’nin bu olay üzerinden yeni bir tarih yaratma çabasıydı.

Dünyanın her yerinde otoriter liderler, kendi ideolojileri için böyle “kutsal taşıyıcılara” ihtiyaç duyarlar.

Erdoğan’ınki de böyle bir ihtiyaç.

“Osmanlı ecdadının” kahramanlık öyküleri çok eskilere dayanıyor. Arada zorlama bir Kut’ül Amare destanı icat edilmeye çalışıldı ama tutmadı. Kendileri bile unutmuş görünüyor.

Çanakkale, İnönü, Sakarya, Dumlupınar, Kıbrıs Barış Harekâtı gibi yakın tarihteki kahramanlık destanlarının yaratıcıları ile de ideolojik sorunları var.

Unutmayalım ki “uydurma tarihteki kutup yıldızları” Fesli Kadir, “keşke Yunan kazansaydı” bile diyebilmişti.

Onun için 15 Temmuz’dan AKP ideolojisi için bin kutsal destan yaratma çabası altı yıldır sürüyor.

Erdoğan, geçen yıl 15 Temmuz Şehitleri için yaptırılan anıtın açılış töreninde şunu söylüyordu:

“Açık söylüyorum, Malazgirt’te, İstanbul’un fethinde ne olmuşsa 15 Temmuz’da o olmuştur.”

Cumhurbaşkanı, darbenin başarılı olması halinde “Türk milletinin Anadolu’dan ve Avrupa’dan kazınıp atılacağını, İslam’ın bütün izlerinin bu topraklardan silineceğini” de söylemişti.

2017 Ağustos’unda Malazgirt’te yaptığı konuşmada şunu söylüyordu:

“Sultan Alparslan kimle mücadele ettiyse, biz de 15 Temmuz’da onunla mücadele ettik.”

Aynı yıl, 15 Temmuz darbe girişimi ders kitaplarına da girdi.

5. Sınıf Türkçe kitabında 15 Temmuz, şöyle konumlandırılıyordu:

“Kurtuluş Savaşı’nda, Maraşlı Sütçü İmam’ı, İzmir’i işgal edenlere ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin’i çıkaran bu bereketli topraklar, 15 Temmuz gecesi de darbecilere karşı ilk kurşunu sıkan Ömer Halisdemir gibi kahramanları tanıdı. 15 Temmuz’da umutlarımız, hayallerimiz, özgürlüğümüz elimizden alınmak istendi. Milletimiz o gece ayağa kalkarak sokağa çıktı ve sinsi duvarları, surları yıktı geçti.”

Gördüğünüz gibi 15 Temmuz, Türklerin tarihinin önemli dönüm noktalarıyla kıyaslanıyor, onlarla eş tutuluyor.

Kurtuluş Savaşı ile, Malazgirt ile, İstanbul’un fethiyle eş değerde bir kahramanlık destanı!

Ve beş yıldır çıtayı bu kadar yükseltmişken altıncı yıl kutlamalarında gelinen noktaya bir bakın.

Türkiye tarihinin en önemli günleriyle, olaylarıyla eşleştirdiği bir günü, büyük bir kutlamaya çevirememiş olması hem Erdoğan’da hem de AKP örgütünde mental bir yorgunluğun baş gösterdiğine de işaret ediyor.

Bu yılki 15 Temmuz kutlamaları öyle görünüyor ki Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak katıldığı son kutlamalar oldu.

Seçime bir yıldan az bir süre kalmışken çok önem verdiği, tarihi onun üzerinden yeniden yazmaya gayret ettiği bir günü, böyle cılız bir miting ile geçirmesinin bize anlattığı şey bu.

————————-

Danıştay’dan Gazi Meclis’e son darbe!

Dünyanın herhangi bir köşesinde Hukuk Fakültesi kantinindeki çaycıya sorsanız aynı yanıtı alırsınız: Bir kural nasıl konuluyorsa, o yolla kaldırılır!

Bu yanıtı alamayacağınız ve içinde hukukçular olan tek kurum TC Danıştay’ı, bunu da böylece öğrenmiş olduk.

Bizim hukukumuzda uluslararası anlaşmayı imzalama yetkisi yürütme organına ait.

Ancak bu, imzalanmış bir uluslararası anlaşmanın yürürlüğe girmesine yetmiyor.

Bunun için TBMM’nin bir onay kanunu çıkarması gerekiyor.

TBMM’nin çıkardığı kanun, tıpkı başka kanunlar gibi Cumhurbaşkanı tarafından onaylanınca da uluslararası anlaşma yürürlüğe giriyor.

Bu yolla yürürlüğe girmiş bir anlaşmadan çıkmak istediğinizde izlemeniz gereken yol da bu olmalı.

Yani bir grup milletvekili bu sözleşmeden çıkmak için bir kanun teklifi vermeliydi.

TBMM bu kanun teklifini kabul edince de Cumhurbaşkanı onaylar, Resmî Gazete ’de yayınlanır ve Türkiye o anlaşmadan çekilmiş olurdu.

Bu son derece sıradan işlemi TBMM’den çıkarmaları aslına bakarsanız dakikalar ile ölçülebilecek bir işti.

Bir torba kanun teklifinin içine atılacak bir madde bile yeterliydi.

Ama bunu yapmadılar ve TBMM’ye ait bir yetkiyi, icra organının başı olan Cumhurbaşkanı gasp etti.

Ve üyelerini “kendi elleriyle seçtiği Danıştay” da bu işlemi “hukuka uygun” buldu.

Böylece TBMM’nin tabutuna bir çivi daha Danıştay marifetiyle çakıldı.

Bir kez daha görüyoruz ki Anayasal haklarımız ile ilgili herhangi bir güvencemiz kalmamış.

Yürütmenin başı Anayasa’yı tanımıyor. Yargı, yürütmenin başına bağlı, onun çizdiği çerçevenin dışında karar vermiyor, veremiyor.

Anayasa’sı fiilen ortadan kaldırılmış bir ülkede yaşıyoruz.

———————