Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Raporu neden yok ettikleri belli

Raporu neden yok ettikleri belli

TBMM’de 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak üzere kurulan komisyon raporunun neden “ortadan yok edildiğini” anlamak için CHP’nin bu rapor için yazdığı muhalefet şerhini okumak yeterli.

CHP’nin yazdığı bu 71 sayfalık şerhin tam metni dün T24’te yayımlandı, buradan ulaşabilirsiniz.

Muhalefet şerhi, Fetullah Gülen ve çetesinin, AKP hükümeti tarafından nasıl korunup, kollandığını ve büyütüldüğünü de gözler önüne seriyor.

Onun için asıl raporun, Komisyon Başkanı ile zamanın TBMM Başkanı arasında buharlaşıp, yok oluvermesi anlaşılabilir bir şey.

Belli ki raporu yayınlayarak resmi bir TBMM belgesi haline getirirlerse, bunun ileride başlarına işler açabileceğini düşünmüşler.

Bir tür deve kuşu taktiği yani! Raporu kimse görmez ise kendilerinin bu suçtaki ortaklığı da görünmez zannediyor olmalılar!

Bu da anlaşılabilir bir şey.

Onca yıl sonra 28 Şubatçıları mahkûm edebilen bir yargı düzeni, başka bir iktidar gölgesi altında bunlara neler yapmaz ki.

CHP’nin rapora koyduğu şerh, komisyon raporunun yazılmasının ardından “bir yerlerden yapılan müdahaleler” ile raporun içeriğine eklemeler yapıldığını, bazı bölümlerinin de çıkarıldığını tespit ediyor.

“Eklenen” bölümde bir cümle dikkatimi çekti:

“Ana muhalefet partisi liderinin FETÖ’nün bir terör ve suç̧ örgütü̈ olduğu ortaya çıktığı 17/25 Aralık 2013 darbe girişiminden sonra bu örgütle sıkı bir amaç̧ birliği içine girdiği gözlemlenmiştir.”

Biliyorsunuz o tarihten önce AKP ve lideri örgüte “ne istediyse verdiğini” bizzat açıklamıştı.

“Aynı menzili maksuda gidiyoruz” düşüncesiyle bu çete ile sıkı bir amaç birliği içine giren de AKP’den başkası değildi.

Yukarıya aktardığım cümle, AKP’nin FETÖ ile ilişkisine kendi koyduğu milat ile ilgili.

AKP’liler, Fetö’nün “terör ve suç örgütü olduğunu” 17 / 25 Aralık 2013 tarihindeki “polis darbesi” ile anlayabilmişler.

O tarihten önce örgüt AKP’ye göre “terör ve suç örgütü” değilmiş.

Acaba gerçekten böyle mi?

Böyle olmadığını kanıtlayabilecek o kadar çok delil var ki hangisini sayayım bilmiyorum.

Bu çetenin, kamu personel sınavı sorularını çalıp, yandaşlarına dağıtarak devlet içinde örgütlendiğini herkesten önce öğrenen ve bilen kişi bizzat AKP’nin Reisi idi.

KPSS sorularının çalındığının ortaya çıkmasının ardından MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü’nü makamına çağırıp, “yapanları bulun, dosyayı da önce bana getirin” diyen Erdoğan’dan başkası değildi.

O günlerde eski Hürriyet gazetesinde “Pazartesi Soruları” genel başlığının altında yaklaşık üç yıl boyunca bu KPSS soruşturmasının sonuçlarını kovaladım.

Çünkü herkes gibi ben de soruları çalanların Fetullahçı çete olduğunu, bunu yaparken devlet kadrolarına kendi adamlarını yerleştirme peşinde olduğunu biliyordum.

Çünkü bu işte yakayı ilk ele veren kişi, savcılık soruşturmasında her şeyi anlatmıştı.

MİT Müsteşarı’nın ve zamanın Emniyet Genel Müdürü’nün de bu bilgiye sahip olduğuna kuşku yok.

Hatta Fetullahçı çetenin kafayı MİT Müsteşarı’na takmasının nedenlerinden biri de onun bildiği ama yetkili makamlardan sakladığı suçlardı.

Müsteşar Bey, bugün Cumhurbaşkanı’nın korumasında.

Yeni seçilecek Cumhurbaşkanı, bugünkü Müsteşar hakkında “suça tanık olduğu halde bildirmeyen kamu görevlisi” işlemi yaparsa hiç şaşırmasın derim.

O yıl (2010) KPSS’de “doğru yanıtları bilerek” öğretmen olan 102 kadının kocaları, 15 Temmuz darbe girişiminde aktif rol oynayan subaylardan başkası değildi.

O vakit sorularımın niye yanıtlanmadığını da biliyordum, tıpkı Erdoğan’ın, MİT Müsteşarı’nın ve Emniyet Genel Müdürünün soruları kimin çaldığını bildiği gibi!

Sadece KPSS değil, Harp Okulları, ALES, YGS soruları da bu çete tarafından çalınmış ve kendi adamlarına dağıtılmıştı ve bunu başta AKP’nin reisi olmak üzere hepsi biliyordu.

Yani FETÖ’nün, suça karıştığı, gizli bir örgüt gibi hareket ettiğinin ortaya çıkması iddia ettikleri gibi 17 / 25 Aralık 2013 değil!

Onun için böyle bir milata karar verip, kendileri için af ilan etmelerinin hukuki bir anlamı yok.

Ve kuşkusuz ki hala ortaya çıkarılamayan siyasi ayağının aranması gereken yer, örgütün bu tür suçlarını örtbas edenlerin topluca bulunduğu yer olmalı!

————————-

Mübarek Cuma Soruları – 39

Avusturya Mahkemesi’nin Sezgin Baran Korkmaz’ın ABD’ye iade edilmesine karar vermesi, iktidar çevrelerinde bazı kişilerin rahat bir nefes almasına neden oldu sanırım.

Korkmaz, Türkiye’ye iade edilseydi tam bir “aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” durumu olacaktı.

Mahkûm etseler adam konuşabilirdi. Çünkü bütün rüşvet pazarlıklarını filan kaydettiği söyleniyor.

Bu şantaja boyun eğip mahkûm etmeseler, bunu kamuoyuna açıklamak hayli zor olurdu.

Velhasıl başta İçişleri Bakanı mutlu olmalı ama benim işim de unutturmamak.

1 – Kendisine gazeteci süsü veren birisi, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz’dan, İçişleri Bakanı Soylu’ya verilmek üzere 10 milyon Euro istedi.

Korkmaz bu amaçla “kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu” da söylüyor.

Bu iddiaya göre Soylu, bir iş adamından avanta 10 milyon Euro istemekle kalmamış, bir de devletin polisini mafya tetikçisi gibi kullanmış!

2 – Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını saklayıp, savcılıklara göndermeyen İçişleri Bakanı, “mafyadan maaş alan AKP’li politikacıyı” da biliyor ama açıklamıyor.

AKP yöneticilerini ve milletvekillerini de bu durumun hiç rahatsız etmediğini görüyorum. Dışardan size bakanlar her birinizin bu adam olabileceğini düşünebilir, bunu hiç aklınıza getirmiyor musunuz?

“Muhafazakâr hassasiyetlerinize” ne oldu?

Üstelik mafya tarafından maaşa bağlanmış AKP’li politikacının adı bir soruşturma dosyasında da var.

Bakan da büyük olasılıkla oradan öğrendi zaten.

Mafyanın maaşa bağladığı politikacıyı savcı neden koruyor? Yoksa o da mafya politikacısının ortağı mı?

3 – Adalet Bakanı Yardımcısı yapılan bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz’ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kaldırdılar.

Böylece 150 milyon dolarlık malın kaçırılması mümkün oldu.

Adalet Bakanı, yardımcısına bunu nasıl yapabildiğini hiç sormuyor mu?

Savcı ve hâkim bu işi yukarıdan gelen bir emirle mi yaptılar, doğrudan doğruya rüşvet mi aldılar?

HSK’da filan bu konuda yaprak kımıldamadığına göre yukarıdan gelen bir emir, bu kararın verilmesini sağlamış olmalı.

O “yukarıdaki” kimdi? Soylu gibi birisi mi, “daha yukarısı” mı?

——————————