t24.com.tr

Seçmen “bir de onu görelim” der mi, demez mi?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, muhalefetin ortak Cumhurbaşkanı adayı olacak mı, olmayacak mı?

Sivas’ta yerel bir televizyon kanalında soruları yanıtlarken söylediği “seçmenin bir de Kılıçdaroğlu’nu deneyelim, bir görelim demesi lazım” sözlerine bakarak, “galiba aday olacak” yanıtını vermek mümkün gibi görünüyor.

Altılı Masa’nın ortak Cumhurbaşkanı adayı belirleyeceği ve bunun da liderler tarafından duyurulacağını daha önce öğrenmiştik.

Daha sonra aksi bir açıklama da yapılmadığına göre bu niyetin hala geçerli olduğunu da söyleyebiliriz.

O halde Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini, kamuoyuna kendi adaylığını hazırlamak için söylediğini mi var saymalıyız?

Bunları bugünden yanıtlamak mümkün değil.

Sovyetler Birliği yıkılmadan önce, nomenklatura içindeki iktidar mücadelesi, belli işaretlerden çıkarılan sonuçlardan takip edilirdi.

“Pravda’da kimin fotoğrafı geçen seneye göre 1 santimetrekare küçülmüş, Bolşoy’un galasında, genel sekreterin arkasındaki otomobilden kim inmiş” gibi işaretlere bakarak, sonuçlar çıkaran Kremlin uzmanlarına Kremlinolog denilirdi.

Kremlinologlara benzer bir Kılıçdarolog değilim, onun için haline tavrına, söylediği sözlere bakarak “aday olacak” diyemiyorum.

Ancak söylediği sözler seçmene mi bir mesaj, yoksa kendisine mi bir mesaj, işte bunu merak ettim.

Seçmen, acaba bugüne kadar neden “bir de Kılıçdaroğlu’nu deneyelim” deme lüzumunu hissetmedi?

Bu seçmenin duyarsız ve Türkiye gerçeklerinden kopuk olmasından mı kaynaklandı?

Yoksa Kılıçdaroğlu ve partisi seçmenin böyle düşünmeye yönelmesi için gereken bazı şeyleri eksik yaptı ya da yanıtsız mı bıraktı?

Beni dinlemezler biliyorum ama bence seçmene böyle bir öneride bulunmadan önce yukarıdaki soruların yanıtını düşünmüş olmalılardı.

Bu sorulara verilecek doğru ya da yanlış bir yanıt, sadece Kılıçdaroğlu ve CHP’nin siyasi geleceği ile ilgili olmayacak.

Söz konusu olan Türkiye demokrasisinin geleceği artık.

Türkiye, Göteborg Üniversitesi Demokrasinin Çeşitleri Enstitüsü’nün hazırladığı rapora göre Erdoğan’ın otokratik yönetimi altında demokrasiden hızla uzaklaşıyor.

179 ülkenin değerlendirildiği Liberal Demokrasi Endeksi’nde artık 147. Sıradayız.

Bir zamanlar “Müslümanların yaşadığı bir ülkede demokrasinin de olabileceğini gösteren örnek ülke” iken, Tunus (74.), Pakistan (117.) ve Irak’ın ( 118.) gerisindeyiz artık.

2023’ün Haziran ayında yapılacak seçim, Türkiye’nin son demokratik seçimi olabilir.

“Şu aday olursa seçimi kazanır, bu aday olursa seçimi kazanamaz” gibi kehanetlerde bulunacak verilere sahip değilim.

Adayın kim olduğu belli olmadan yapılan anketlerin de seçmenin tutumunu tam olarak göstermeye yetmeyeceğini biliyorum.

Kılıçdaroğlu’nun Sivas’ta söylediği sözün yanıtının, aday belirleyecek heyet açısından önemli olduğuna dikkat çekmek istedim.

—————————-

“Muhalif Gazeteci” dedikleri neye benzer?

Gazetelerde okuduğuma göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” ilanı için yapacağı toplantıya “muhalif gazeteciler” de davet edilmiş.

Önce şunu söylemeliyim ki beni davet eden olmadı, bunun için davetli listesini oluşturan görevlilere içtenlikle teşekkür ederim.

Cumhurbaşkanı’nın davet ettiği bir yere gitmemem düşünülemezdi ve ayıptır söylemesi Erdoğan konuşurken ses tonu, vurguları, sesini yükseltmesi filan beni feci rahatsız ediyor; böyle bir yere davet edilmek benim için gerçekten sıkıntılı birkaç saat anlamına gelirdi.

Ve şunu da belirtmeliyim ki zaten ben de kendimi “muhalif gazeteci” olarak tanımlamıyorum.

Malum zorunluluklar nedeniyle artık daha çok fıkra yazarlığı ile iştigal ediyorum ama mesleğim gazetecilik.

Ve kendisini “gazeteci” diye tanımlayan bir kişi kategorik olarak “yandaş” da olmamalıdır, “muhalif” de.

Gazetecinin işi, topluma bir ayna tutmaktır.

O aynadan yansıyan her ne ise eğip, bükmeden, olduğu gibi aktarmak gazetecinin işidir. Görüntüyü beğenmeyip şurasını burasını değiştirmeye kalkana da gazeteci denmez. İlla bir meslek yakıştıracak isek belki “propaganda uzmanlığı” filan diyebiliriz.

Gazeteciler, işlerini düzgün yaparlarsa güç odaklarının onlardan hoşlanmaması da kaçınılmazdır.

Her türden güç odağından söz ediyorum.

Özellikle de siyasi gücü elinde tutanlar gazetecilerden hoşlanmaz çünkü gazetecinin işi şakşakçılık değildir.

Halkın haber alma hakkını savunan gazeteci, soru sorar, resmî açıklamalardan her zaman kuşku duymalı ve sorgulamalıdır ki gerçek bilgiye ulaşabilsin.

Bu da genellikle güç odaklarının sinirini bozar.

Onun için yaptıklarını sorgulamayacak gazeteci tipi isterler, yandaşlık böyle doğar.

Geri kalanını da “muhalif” diye işaretlerler; böylece kategorize edilir ki yazıp çizdiklerine okuyanların içine bir kuşku düşürülsün.

Onun için “muhalif gazeteci” tanımı doğru değil. Bu, rejimin uydurduğu bir şey.

Gazetecilik mesleğini yapılamaz hale getirmeyi hedefliyorlar ki icraatlarının arkasında neler dönüyor, hangi amaca hizmet ediyor, halk anlamasın.

“Ne güzel muhalif gazetecileri de çağırdı” diye sevinenleri de görüyorum.

Adam medyanın büyük bölümünü, kamu kaynaklarını kullanarak kendine bağlamış.

Bunun dışında kalan medyayı ilan baskısıyla, RTÜK tehdidiyle, olmadı hapis tehdidiyle susturmaya çalışırken, kusura bakmasınlar ama bu sevinç pek çiğ kaçıyor.

————————————-