Gazetede yayınlanan haber şöyleydi:
“Diyarbakır, İstanbul ve Antalya’da, aradıkları kişilere kendilerini polis ya da savcı olarak tanıtarak ‘adınız terör olayına karıştı, örgüt adınıza kimlik kartı çıkarttı’ yalanıyla tuzağa düşüren dolandırıcılar ses analizleriyle tespit edildi. 2 aylık teknik takibin ardından düğmeye basan ekipler ‘Akort’ operasyonuyla 7 şüpheliyi yakaladı.”
Habere şu başlık atılmıştı: “Dolandırıcılara ‘ses analizi’ şoku.”
Dolandırıcılar kuşkusuz ki bu durum karşısında şok geçirmiş olmalılar.
Peki sadece onlar mı?
Bu haber doğruysa, “şok geçirmesi” gerekenler sadece suçlular değil, siz, karşı komşunuz, okuldaki öğretmeniniz, bakkalınız kısaca aziz Türk milleti olmalı.
Çünkü teorik olarak bu işin yapılabilmesi için Emniyet’in telefonla yapılan bütün iletişimi takip edebiliyor olması lazım.
Sadece dolandırılanları takip ederek bu ses kayıtlarını elde edip, analiz edebildilerse kimin dolandırılacağını nereden bildiler ve neden o anda dolandırılmalarına engel olmadılar?
Habere göre suçlular sürekli hat değiştiriyor ve sahte kimlikler kullanıyorlarmış.
Bu iş şöyle yapılmış olmalı: Eğer bütün iletişimi izleyebiliyorsanız, dolandırıcıların kullandığı bazı anahtar kelimeleri takip ederek suçlulara ulaşabilirsiniz.
Ne kadar hat değiştirirlerse değiştirsinler yakalanmaktan kurtulamadıklarına göre etkili bir dinleme ağı oluşturulmuş olmalı.
Sürekli terör tehdidi altında olan ülkelerde polisin ya da istihbarat servislerinin bu tür yöntemler kullandığı bir sır değil.
Türkiye de ciddi terör tehdidi altında olan bir ülke.
Onun için Emniyet ve istihbarat servislerinin genel iletişimi, anahtar kelimeler aracılığıyla takip etmelerini yadırgamayabiliriz.
Ama unutmayalım ki yine aynı nedenlerle yani Türkiye’de yaşadığımız için bu işin nereye kadar vardığından kuşkulanmak da hakkımız.
Sorumuz şu: Türkiye’de polis ya da istihbarat servisleri bütün iletişimin kontrolü yöntemini sadece suçluları takip amacıyla mı kullanıyor?
Yoksa Fetullahçı çetenin Erdoğan ile iş tuttuğu yıllarda olduğu gibi bu iş aynı zamanda muhalif fişlemek, muhalif takip etmek için ya da politik şantaj amacıyla da kullanılıyor mu?
Bazı politik karakterlerin hiç beklenmedik dönüşümlerinde böyle gıllıgışlı yöntemler kullanılmasının rolü oldu mu?
Eski İçişleri Bakanı’nın konuşmalarına bakarsanız, milletvekilleri de dahil olmak üzere politikacılar, gazeteciler ve muhalif kimliğiyle öne çıkan kişilerin iletişimi de takip edildi.
Soylu’nun sıkıştıkça bu tür bilgilere sahip olduğunu ima ettiği konuşmaları hala kulaklarımızda çınlıyor olmalı.
Yeni İçişleri Bakanı’nın bu konuyu ne kadar ciddiye alacağını bilmiyorum ama medeni bir ülkede vatandaşların temel haklarının korunması, İçişleri Bakanları’nın namusuna da emanettir.
“Namus” gibi soyut bir kavrama başvurdum çünkü artık biliyoruz ki temel Anayasal haklarımızı koruma konusunda yargıya da yürütmeye de güvenemeyiz.
————————-
Dedikoduyu bırakın Kemal Bey
CHP Genel Başkanı, seçimi kaybetmesinin ardından kendisini eleştirip, istifaya davet eden yazarları ikiye ayırdı: Kalemini satanlar ve kalemini satmayanlar!
Kılıçdaroğlu’nun seçimin hemen ardından izlediği politikayı eleştirenlerden biri de benim.
Onun için kendisinden açık konuşmasını talep etme hakkım var.
Sözünü ettiği “kalemini satanlar” kimlerdir, bunu açıklamalı.
Aslında açıklama yetmez, kanıt da gerekir ama diyelim ki “rüşvetin belgesi olmaz”, Kemal Bey’i o kadar da sıkıştırmayalım.
Ancak bir açıklama beklemek sadece bu konuda yazanların değil, kamuoyunun da hakkıdır.
Gazetecilere yönelik bu tür hakaretlere alışkınız aslında.
Eleştiriler karşısında söyleyecek sözü olmayan, tam olarak böyle konuşur.
Bu toplumda böyle konuşmaları satın alıp, inanmaya hazır büyük bir kitle olduğunu da biliyoruz.
Çünkü bu toplum ciddi bir ahlaki çöküntü yaşıyor.
İçimizden bazıları kendileri aynı pozisyonda olsalar para karşılığında her şeyi yapabileceklerini bildikleri için gazetecilerin de parayla kolayca satın alınabileceğine inanıyorlar.
Kemal Bey kuşkusuz ki böyle bir karakter değil.
Ama böyle bir karakter olmaması yaptığı işteki ayıbı ortadan kaldırmıyor.
Onun için biraz kaba olacak ama Kemal Bey’e “tıraşı kesip”, bildiği bir şeyler varsa açıklamasını öneriyorum.
Tabii bütün bunlar o koltukta pişkince oturup, partinin geleceğini belirleme çabalarındaki ayıbını da örtmüyor, söylemiş olayım.
—————————-
Nas, Şimşek’e kurban mı edildi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarının üzerinden neredeyse 19 yıl geçtikten sonra bu konularda “nas” olduğunu hatırlayıp, faizleri indirmeye karar vermesinin sonuçlarını hep birlikte yaşadık.
Sonuçta yeni hükümet kuruldu ve öyle görünüyor ki bu politikadan geri dönülecek.
Azerbaycan’dan dönerken uçakta maiyet memurlarına yaptığı açıklamada şöyle dedi:
“Bazı arkadaşlar, ‘Cumhurbaşkanı faiz politikalarında ciddi bir değişime mi gidiyor’ gibi bir yanılgının içine düşmesin. Ben burada aynıyım. Ama Hazine ve Maliye Bakanımızın şu andaki düşüncesi noktasında, biz tabii kendisine burada atacağı adımları süratle, rahatlıkla Merkez Bankası ile atmasını kabullendik, hayırlı olsun dedik ve bu şekilde de enflasyonu tek haneye düşürmekteki kararlılığımızı da bildirdik.”
Buradan anlıyorum ki “nas” konusu bir süre için rafa kaldırılıyor.
Çünkü “düşünce noktasında”, Şimşek ne isterse yapabilecekmiş.
Onun ne istediğini de Amerikan bankalarının raporlarına bakarak öğrenebilirsiniz.
İyi de madem “nas” konusu böyle “düşünce noktalarında” ihmal edilebiliyor, biz bu haltı neden yedik?
Dolar 11 lirayken neden dünkü 23,5 liraya neden çıktı?
—————————
