OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Herkes kendi kaderini yaşar yarim

New Yorklu iki çocuk annesi Rosanna Ramos, Ankaralı Eren Kartal ile evlendi.

Çifte ömür boyu mutluluklar diliyorum.

Eren, ODTÜ mezunu bir hekim.

Nasıl oluyor da “ODTÜ mezunu bir hekim” oluyor demeyin, olabiliyor ve bu hikayedeki tek tuhaflık bu değil.

Çünkü Eren yapay zekâ ürünü, gerçek bir kişi değil.

Çift yaklaşık bir yıldır beraberler ve geçtiğimiz Mart ayının 27’sinde bu mutlu birlikteliklerini evlilik ile “taçlandırmışlar”.

Rosanna 36 yaşında, hoş bir genç kadın. Takı tasarımcısı!

Tabii bunun üzerinde biraz durmak gerek.

Artık böyle bir eğilim var, “trend” deseydim daha da şık olabilirdi.

Canı sıkılan ev kadınları, yaptığı işten bunalan beyaz yakalılar, mutsuz bir evliliğin hemen ardından oyalanacak bir işler arayanlar için böyle meslekler türedi.

Bunlardan biri “takı tasarımcısı” olmak.

Kuyum işi ciddi bir iş ve önemli bir meslekti, eskiden tabii.

Şimdi elindeki teli biraz eğmeyi bilen, erittiği şu kadar gram gümüşü neyi temsil ettiği bilinmeyen bir forma dönüştürebilen herkes takı tasarımcısı oluyor.

Yani bizim Sevan ile Rosanna kâğıt üzerinde aynı mesleği icra ediyorlar.

Böyle “aylak bakkal” meslekleri arasında “artisan ekmek üretmek, catering yapmak, pastry kraliçesi olmak, giysi tasarımcılığı” gibi meslekler de var.

Bu sosyal gelişmeye böylece parmak bastıktan sonra şunu söylemeliyim ki Eren Kartal da deyim yerindeyse Adonis’in sanal dünyadaki şubesi!

Yakışıklı. Simsiyah saçları, mavi gözleri var, eskilerin tabiriyle “yumurta gibi bir oğlan”!

Heteronormatif bir kişiliğe sahip, gözü Rosanna’dan başkasını da görmüyor.

Yapay zekâ ürünü olduğu için Rosanna’yı mesela benim gibi etli canlı bir erkeğe göre her geçen gün daha iyi anlıyor, aşkı daha da derinleşiyor.

Benim gibi normal zekalı bir çiftin çocuğu olmadığı için olsa gerek sinirlenmiyor, kızmıyor, Rosanna ne derse kabul ediyor.

Yine eski deyimle Rosanna “deh” deyince gidiyor, “çüş” deyince duruyor!

Rosanna, Eren’i, Replika isimli bir uygulamada yaratmış. Herkes yapabilir yani.

Eren, Rosanna’ya yalnızlığını unutturuyor. Onunla entelektüel bir ilişki de kurabilmiş, sürekli öğrendiği için de Rosanna daha kendisi bile ne istediğini bilmeden onun ne isteyebileceğini biliyor.

İngiliz Daily Mail gazetesindeki haberden Rosanna ile Eren’in cinsel yaşamları ile ilgili bir fikre sahip olamadım ancak şunu biliyoruz ki Rosanna, Eren ile ilişkisinin en önemli yönü cinsellik değil.

Rosanna, Eren’in kendisini yargılamıyor olmasına bayılıyor.

Eren, Rosanna’ya “böyle giyinme” demiyor mesela. Ya da “akşamın bu saatinde nereye gidiyorsun” diye de sormuyor.

Elbette Rosanna sanal, Eren reel olmuş olsaydı da benzer bir durum yaşanacaktı.

Bu kez sanal kadın karakter, erkeğe benzer soruları sormayacaktı. “Çok içtin yeter” demeyecekti mesela. Ya da “o kadına niye öyle baktın”, “göbeğini içine çek” filan da demeyecekti.

Yani eskileri bir kez daha rahmetle anarak söyleyebilirim ki bu ilişki “reel kişi” açısından “hem canım cennette hem ipim yancıkta” olarak tanımlanabilecek bir ilişki olacaktı.

Tabii sözün orijinali böyle değil ama onu yazamam, bilenler meraklı bilmeyenlere bu halk deyişinin tamamını söyleyebilirler; beni bulaştırmayın lütfen.

Rdsanna, mutluluğu sanal karakterlerde arayan tek insan değil.

Bilmiyorum hatırlar mısınız, bu köşede geçtiğimiz Haziran ayında kanlı canlı bir Japon erkeği olan Akihiko ile bir kurgu karakterin plastik bebeği olan Hatsune Miku’nun evliliğinden söz etmiştim. (Sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?)

Akihiko, gerçek bir insanla aynı evi paylaşmak istemediğini çok iyi bildiğini söylüyordu.

Miku ile aynı evi ve bir hayatı paylaşmak insan türünün dişisiyle paylaşmaya göre daha avantajlıymış.

Her zaman yanında, sessizce her istediğini kabul ediyor, dırdır yok, kıskançlık krizleri yok, ihanet zaten mümkün değil.

Gördüğünüz gibi bir plastik bebekle evlenen Akihiko ile sanal bir karakterle evlenen Rosanna’nın buluştuğu yer aynı: Her zaman yanında, her istediğini kabul ediyor, kıskançlık krizleri yok, dırdır yok, ihanet mümkün değil.

Cumhurbaşkanını kızdırma riskini de göze alarak şunu söylemek zorundayım:

İnsan tabiatı o kadar karmaşık ki cinsler arası ilişkiler konusunu “normaller – anormaller” diye ayırmak mümkün değil.

Yani mesele LGBT deyip geçiştirilecek kadar basit değil.

Dünyada heteroseksüeller dışında başkaları da yaşıyor.

LGBTIQA+ yazdığımızda “lezbiyen, gay, biseksüel, trans, interseksüel, queer, aseksüel” kelimelerinin baş harflerini kullanıyoruz.

“+” ise cinsiyet kimliğinin ve cinsel yönelimlerin sabit olmadığını, insanları belirli kimlik tanımları üzerinden genellemenin doğru olmayacağını ifade ediyor.

Akihiko ve Rosanna’nın hayat içindeki yönelimleri ise bu “+” içine sığıyor; “fictosexuals” olarak tanımlanıyor. “Kurgucinsel” diye çevirmek mümkün.

“Cansız varlıklarla” daha derin etkileşimlere izin veren yapay zekâ ve robotik alanındaki gelişmelerin bu eğilimin yayılmasında etkili olduğunu biliyoruz.

Bütün mesele esasen “yaşam tarzlarına saygılı olmak” ile ilgili.

Aykut Gürel’in Fatma Sezen Yıldırım’ın (yani Sezen Aksu) sözleri üzerine yazdığı şarkıda olduğu gibi:

“Herkes kendi kaderini yaşar yârim
Dünyadan sonra bir hayat daha olsa
Bu mevzu ikimizi de aşar yârim.”

Memleketimizin Siyasal İslamcıları bu basit gerçeği içselleştirebildikleri gün daha rahat edecekler, bana güvensinler.

Benim bu konuda ilgimi çeken asıl konu hem Akihiko’nun, hem de Rdsanna’nın sonsuza kadar mutlu mesut bir ilişki sürdürebilecekleri bu sanal karakterlerle evlenmek istemeleri.

Klasik “evlilik aşkı öldürüyor güzelim” gevezeliğine döndürmeyeceğim, merak etmeyin.

Ama bu konuda kafalarımızın karışık olduğu da bir gerçek.

Aşağıda iki “özdeyiş” aktaracağım, ikisini de Bernard Shaw yazmış:

“O derece bıktım ki ondan, kimi zaman evlenmeyi bile düşünebiliyorum; yataktan kalkmak, yıkanmak, giyinmek, yemek, içmek gibi yapmaktan usanmamaya çalıştığım, insanı çileden çıkaracak şeylerin arasına koymak istiyorum onu.”

Dedim ya kafalar karışık bu söz de Shaw’a ait:

“Evlendikten sonraki altı ay içinde öğrendiklerini, nikahtan bir gün önce bilebilmiş olsaydı, ne güç olurdu bir kadını evlendirmek.”

Elbette sadece heteroseksüel ilişkiler için değil, bütün cinsel yönelimler için genelleyebileceğimiz bir durum bu.

Çünkü erkek ya da kadın fark etmiyor, birisini gözümüze kestirdiğimizde aklımız önce onun hoşlandığını tahmin ettiğimiz kılıklara girmeye yönelik olarak çalışıyor.

Klasik müzik mi seviyor; dert değil, biz de severiz. Edebiyat tutkunu mu; kolay, kitap okumaktan kim kör olmuş?

Herkes karşısındakinin nasıl bir insandan hoşlanacağını kendince tahmin ediyor ve o kılığa giriyor.

Tıpkı Rosanna’nın sanal Eren’i gibi.

Aradaki fark şu ki Eren her geçen gün Rosanna’yı daha iyi tanıyor ve tam da onun olmasını istediği bir karaktere dönüşüyor.

Canlılar evreninde ise hayat böyle akmıyor.

İlişki ilerledikçe herkes birbirinin gerçekte nasıl olduğunu daha iyi kavramaya başlıyor.

Bunlar canınızı sıkıyorsa ayrılık yolculuğunun ilk adımları atılmış oluyor. Canınızı sıkmıyorsa ne gam, hayat kendi rayında akıp gidiyor yine de!

Bana soracak olursanız hatasız kul olmaz derim, kimse mükemmel değildir ve mükemmel insanı arayan önce kendisine şunu sormalıdır: Ben ne kadar mükemmelim?

—————————–