Sözcü ne söylüyor, tamburası ne çalıyor?
İktidar partisinin sözcüsü memlekette diktatörlük olmadığını söylemek için kendisini paralarken, rejimin bürokrasisi ve adalet sistemi tam tersini kanıtlamak için birbiriyle yarışıyor.
Kadıköy’de düzenlenen MUBI Fest’in açılış filmi, Queer’in gösterimi kaymakamlık tarafından yasaklanınca; festival iptal edildi.
Queer, “James Bond” Daniel Craig’in başrollerden birini oynadığı bir film.
Film iki eşcinsel erkeğin aşkını anlatıyor.
Kaymakam’ın açıklamasına göre bu film gösterime girmiş olsaydı “toplum barışını tehlikeye atacak provokatif içerik taşıdığı” için Allah muhafaza büyük olaylara neden olabilirdi.
Yani Kadıköy Kaymakamı diyor ki 200 kişinin bir film izlemek için toplandığı salonda iki erkeğin öpüştüğü bir sahnenin gösterilmesi, Türkiye’de toplumsal barışı tehlikeye atıyor!
Kusura bakmasın ama utanmadan yalan söylüyor.
Eşcinsellik memlekette toplum barışını tehlikeye düşürüyor olsaydı, bugüne kadar Türkiye diye bir ülke zaten kalmamış olurdu.
Üstelik bu bir film.
Sadece izlemek isteyenlerin izleyebileceği, istemeyenin, seyrederken rahatsızlık hissedecek olanların sahilde oturup çekirdek çitleyebileceği bir durum. Kimseyi kafasına silah dayayıp, filmi seyretsin diye salona sokmuyorlar çünkü.
Kaymakam filmi yasaklarken böyle bir şey uyduruyor ki asıl niyetini gizlesin.
Asıl niyet belli: Vatandaşların neyi izleyebileceğine ben karar veririm!
AKP sözcüsüne 10 puan değerinde bir soru: Vatandaşların neyi seyredebileceğine, neyi okuyabileceğine, hangi resmi çizebileceğine kamu otoritesi karar veriyorsa, o rejime ne isim verilir?
Bir soru daha: Kamu otoritesinin, eylemini haklı kılmak için vatandaşların gözünün içine bakarak yalan söyledikleri rejimlere ne isim verilir?
Bununla da kalmıyor.
10 Haber muhabiri Furkan Sarıbay, geçtiğimiz Cuma sabahı evinden polis marifetiyle çıkarıldı, mahkemeye eli kelepçeli olarak götürüldü ve tutuklanarak hapse konuldu.
Furkan Karabay’ın bir katil muamelesi görmesine neden olan suçu, Esenyurt Belediye Başkanı’nın görevinden alınması sürecinde yaptığı haberler ve sosyal medya paylaşımları.
“Sosyal medya paylaşımları” diyoruz ama o da aslında yazdığı haberin, sosyal medyada da yayınlanmasından başka bir şey değil.
Karabay, bu haberiyle “terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermekle” de suçlanıyor.
Böyle suçlanmasının nedeni, gözaltı ve tutuklama kararını haklı çıkarmak.
Çünkü diğer suçlamalar ile gözaltına alınması da hukuk dışı tutuklanması da!
Yani savcı ve hâkim suç uyduruyorlar ki Furkan örneğinden yola çıkarak diğer gazeteciler de korksunlar, Esenyurt Belediye Başkanı’nın tutuklanmasına varan soruşturmadaki abuklukları yazmasınlar.
Vatandaşlar da gerçeklerin ne olduğunu öğrenemesin ve kendilerine kamu otoritesinin anlattığı masala inansınlar.
AKP sözcüsüne bir soru da bu dersten: Kamu otoritesinin gerçeklerin öğrenilmesini önlemek için basına sansür koyması, gazetecilik faaliyetini ceza tehdidiyle yasaklaması hangi rejimlerin en bilinen özelliğidir?
Ziya Paşa’yı bir kez daha rahmetle analım:
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
——————————–
Mütedeyyinler endişeli!
Mütedeyyin, dinine bağlı, dindar demek.
Memleketin dindar insanlarının endişe içinde olduklarını Karar’da dün yayımlanan bir haberden öğrendim.
Sadece endişe değil, şaşkınlık da duyuyorlarmış.
Büşra Cebeci, haberini şu cümleyle bitirmiş: “Yaşananlar, mütedeyyin camiada şaşkınlıkla ve endişeyle takip ediliyor.”
“Yaşananlar”, Menzil tarikatındaki miras kavgası sırasında cereyan eden olaylar.
17 milyar lirayı aşan bir mirastan bahsediliyor ve tarikatın lideri Abdülbaki Erol’un üç oğlu mirası paylaşamadılar.
Aslında iki gruptan söz etmek daha doğru. İki kardeş Semerkand Grubu olmuşlar, üçüncüyle çekişiyorlar.
Üçüncü kardeş babalarının ölümünden sonra iki kardeşin odadaki gizli kasayı da boşaltarak içindekileri cebe indirdiklerini de savunuyor.
Miras anlaşmazlığını çözebilmek için “Şer’i Hüküm Heyeti Toplantısı” da düzenlenmiş, bu toplantı “şeriat mahkemesi kuruldu” diye değerlendirilmişti.
Adına ne denirse densin bu tür uzlaştırıcı uygulamalar Anadolu’da yaygındır. Anlaşamayan kardeşleri, mahkemeye gerek kalmadan uzlaştırmak için kentin önde gelenlerinden seçilen bir heyet arabuluculuk yapar, sanırım bu da öyle bir toplantıydı.
Tarikat, müritlerinin yaptıkları bağışlarla oluşan sermayeyi değişik işlerde değerlendirmiş, böyle büyük bir servetin sahibi olmuş.
Bunu korumak için de tıpkı Fetllahçılar gibi devletin içinde de örgütleniyorlar. İçişleri Bakanlığı’nda, Sağlık Bakanlığı’nda köşe başlarını tutmak için başka tarikatlarla savaşıyorlar.
Bizi işin bu kısmı ilgilendiriyor aslında.
Kendi aralarında neye inandıkları, kendi bilecekleri bir şey.
Ancak Karar’daki haberde yer alan “mütedeyyinler şaşkın ve endişeli” ifadesini çözemedim.
Mütedeyyinler niye şaşkın?
Dindarların, en has duygularının siyasi ya da mali çıkarlar için sömürülmesine ilk kez mi tanık oluyorlar?
İslam dininin, tarikatlar elinde bir ticaret ve siyasi güç kazanmak için araç haline getirildiğini ilk kez mi fark ettiler?
Gavs’ın bir el işaretiyle depremi kendinden çok uzak memleketlere gönderebildiğine, aynı anda birkaç yerde birden olabileceğine inanıyorlar da kendi çocuklarına bile adalet duygusu geçirememiş olmasına mı hayret ediyorlar?
Miras paylaşılamadığına göre Gavs, üç çocuğundan en az birine kul hakkı yemenin, öteki dünyaya helal edilmemiş haklarla gitmenin Müslümanlar için çok ağır bir günah olduğunu bile öğretememiş demek değil mi?
Ve daha da yadırgadığım şey: Mütedeyyinlerin bu miras kavgasını endişe ile izliyor olmaları.
Niye endişeliler?
Din elden gidiyor diye mi? Yoksa tarikat içindeki miras kavgasının, tarikat bütünlüğüne zarar vermesinden mi endişeliler?
Bana düşmez belki ama asıl endişe etmeleri gereken şey İslam dininin, bu tür hokkabazların elinde oyuncak olması olmalı.
Bu tarikatların ne biçim organizasyonlar olduğunu en iyi bilebilecek durumda olanlar, miras kavgası çıkana kadar her şeyden memnundular da miras kavgası çıkınca mı endişelenir oldular?
Yatsıdan sonra hemen uykuya dalmadan kendilerini bir sorgulasalar iyi olur diyorum.
——————-