OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Atalarımızın kafası çok karışıktı

Antalya Devrim İlkokulu’ndaki öğretmenim Şevket Gencer, atasözlerinin açıklamalarını yaptığımız kompozisyon ödevlerimizde ilk cümlenin şöyle olmasını isterdi: “Bu atasözü doğrudur…” Ya da şöyle: “Bu atasözü yanlıştır…”

Mesela “Ayağını yorganına göre uzat” üzerine bir kompozisyon yazıyorsak “doğrudur” diye başlamak gerekirdi.

“Akarsu pislik tutmaz” kompozisyonun konusu ise ilk cümle “yanlıştır” diye başlardı.

O zamanlar çocuk aklımla bu kadar yanlış sözün nasıl olup da “atasözü” kapsamına girdiğine de anlam veremezdim.

Madem yanlış, niye atasözü oluyor diye!

Tabii bir sözün “atasözü” sayılması için ne kadar zaman önce söylenmiş olması gerektiğine de o yıllarda pek kafam basmazdı.

Nedense atasözü denilince gözümün önüne Orta Asya bozkırlarında, atının üstünde, kolundaki şahin ile kuş avlayan bir Dede Korkut tipi canlanırdı hep. Fonda da o vakitler gazetede günlük olarak tefrika edilen çizgi roman Karaoğlan’da gördüğüm türden obalardan oluşan bir köy!

Orta Asya’daki Türki devletler bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde arkadaşım Ferit ile ilk iş kalkıp Orta Asya’ya gittik: Ata yurdumuzu görelim diye.

Kırgızistan’da Tanrı Dağları’ndaki Ala – Arça’ya ya da Issıkkul’a çıkarken yol üzerinde o tür obalardan oluşan köylerden onlarcasını gördük, obalarda misafir edildik.

O günden beri şunu söylerim: Türk tarihinde birçok büyük ve önemli kişilik var. Onların içinde biri var ki çok önemli ama adını bile bilmiyoruz.

“Çadırları toplayın, ıvır zıvırlar kalsın, atlara atlayın, batıya gidiyoruz” diyen o ulu Türk önünde saygıyla eğiliyorum.

“Ulu Türk” için cinsiyet belirtmedim, erkek de kadın da olabilir çünkü Türklerde kadının yeri, Araplarla tanıştıktan sonra sarsıldı, bunu biliyoruz.

Ata sözlerimiz beni hep düşündürmüştür.

Ancak çoğu zaman iç tutarlılığımızı kaybetmemize de neden olabiliyorlar gibi geliyor bana.

Kim bilir, belki de Türklerin politik hayatta böyle bir tutarlılık peşinde koşmamalarının nedenleri arasında kulaklarımıza küpe olan bu sözler de vardır.

Mesela şu iki söz de bizim atalarımıza ait: “İyi insan lafının üzerine gelir” ve “iti an çomağı hazırla”! Tutarlılık?

“Fazla mal göz çıkarmaz” diyen de bizim atalarımız, “Azcık aşım, dertsiz başım” diyenler de.

“İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” da diyebilirsiniz, “iki çıplak bir hamama yakışır” da! Hangisi doğru?

“İyilik yap, denize at” sözü deniz görmüş atalarımızdan çıkmış olmalı, Orta Asya yıllarında bilmiyorlardı. Ancak burada duralım: “merhametten maraz doğar” da atalardan bize miras.

Hiç unutmam, yıllar önce bir radyo programcısı yayında “Türkler iyilikten anlamaz” dedi diye “Türklüğe hakaret etti” suçlamasıyla tutuklanmıştı. Radyocu arkadaşı polise ihbar edenler ise Afyon cezaevinde bulunan hükümlülerdi!

Hayatın böyle sürprizlerle dolu olduğu bir ülke nerede bulunur?

“Güvenme dostuna, saman doldurur postuna” atasözünün “güvenme yetime” versiyonu da var ki bu sözü söyleyen ile “eski dost düşman olmaz” diyen aynı ata!

Birbiriyle çelişen böyle yüzlerce atasözü yazabilirim.

Örnekler o kadar çok ki hepsini bir araya getirip bir kitapçık yapmamız bile mümkün olabilir.
Peki neden böyle?

Atalarımızın kafaları çok mu karışıktı ki, bir öyle bir böyle konuştular?
İlk bakışta belki bunu “Türk pragmatizmi” ile açıklamak mümkün olabilir.

Her durumda kendi özel çıkarlarımıza göre bir çözüm yolu sundukları için bu çelişkileri önemsememiş, günü geldiğinde içlerinden o an için işimize geleni çekip kullanmış olabiliriz.
Belki de bu durum tarihte “çok kültürlü” birçok imparatorluk kurmuş olmamızdan kaynaklanıyor.

En sonuncusunun 600 yıldan daha uzun süre ayakta kaldığını, egemenlik alanı içinde Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Slovenler, Moldovanlar, Macarlar, Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlar, Pomaklar, Çerkezler, Araplar, Türkler, Kürtler gibi onlarca değişik halkın yaşadığını hatırlayalım.
Benjamin Lee Whorf, gözlemde bulunan kişilerin kullandıkları dil birbirine benzeşmiyorsa bu kişilerin evrenin resmini aynı şekilde algılayamamalarından söz ediyor.

Belki de bu yüzden böyle çelişkili atasözlerimiz oldu.

Edward Sapir ise bir toplumun gerçek dünyasının o toplumun dil alışkanlıkları üzerine kurulduğunu söylüyor.

Nitekim “bal tutan parmağını yalar” atasözünün “çalıyor ama çalışıyor” ile aynı mümbit topraktan neşet etmesi tesadüf olmamalı.

“Devletin malı deniz, yemeyen domuz” diye bir atasözü olan toplumun, Merkez Bankası’nın eski Başkan Yardımcısının “devleti dolandırdığı” iddiasını hiç önemsememesi de normal bence.

“Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulması” ile ilgili atasözüne hangimiz itiraz edebiliriz?

İlkokulda bu atasözü ile ilgili bir kompozisyon yazıp yazmadığımı hatırlamıyorum ama yazdıysam toplumumuzdaki genel eğilime bakarak “doğrudur” diye başlamış olmalıyım.

Elbette toplumlar tarihsel dönemler içinde değişebilirler, farklı kültürlerle ilişkileri geliştikçe etkilenirler ve etkilerler.

Atalarımız, tarihin belli bir döneminde doğru kabul ettikleri bir davranış biçiminin tam tersini zaman içinde benimsediler ama “beş parmağın beşi de bir olmadığından” iki davranış kalıbı da toplumda varlığını korudu ve bugünlere kadar da geldi.

“Yemeyenin malını yerler, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, üzümünü ye bağını sorma, köprüden geçene kadar ayıya dayı de” gibi atasözlerimizi yaratan toplumsal iklim neydi, atalarımız neden böyle davrandılar ve bu sözleri bizim dil genetiğimize işlediler?

Çocuklarınızı yetiştirirken bu sözleri kulaklarına küpe yapmak istemezsiniz sanırım.

Yanıtlarınızı duyar gibiyim, kimse çocuğunu böyle yetiştirmek istemez.

Şimdi kafanızı gazeteden kaldırıp çevrenize bir göz atın bakalım.

Bu atasözlerinin altında yatan felsefeye uygun bir hayat yaşıyor muyuz, yaşamıyor muyuz?

Yanıtını kendinize saklayın, cezaevleri yine çok dolu, bakarsınız biri cevabınızı duyar, haftalık telefon hakkını polisi aramak için kullanır!

——————-