OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Ben dudaklarını, sense gülleri severdin

Bu vereceğim haberi bir müjde olarak algılamayacağınızı tahmin ediyorum ama yine de haberiniz olsun “romantik öpüşme” meğerse tahminimizden bin yıl daha yaşlıymış.

3 bin 500 yıldır öpüştüğümüzü zannediyorduk meğerse 4 bin 500 yıldır “bademcik ameliyatı” yapılıyormuş!

Bu da nereden çıktı diyecekler için bir parantez açayım.

Toplumsal tarihimizden bir yaprak olarak benden size bir armağan: Benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda sinemada film izlerken öpüşme sahnesi başladığında arka sıralardan bir münasebetsiz mutlaka “iyi muzzz” diye bağırır, bu da sinemada, senarist ve film yönetmeninin öngöremediği bir kahkaha dalgasına yol açardı.

O yıllarda mahallede arkadaşlarla gevezelik ederken gittiğimiz filmleri anlatmak da bir eğlence biçimiydi ve benim yaşımdakiler değil ama bir – iki yaş büyük bıçkınlar filmdeki öpüşme sahnesini anlatırlarken yüzlerine garip bir ifade vererek olayı gözlerimizde canlandırmak için “bademcik ameliyatı” diye bir betimlemede bulunurlardı.

Her neyse, bu bilgiyi Danimarkalı iki bilim insanının çalışmasına borçluyuz.

Kopenhag Üniversitesi’nden tarih öncesi uzmanı Troels Pank Arboll ve Oxford Üniversitesi’nden biyolog Sophie Lund Rasmussen, bildiğiniz dudak uçuğunun kökenini araştırırken bu gerçeği de keşfetmişler.

Keşfettikleri bir diğer konu da var ki onun altını neden özel olarak çizmediklerini merak ettim: Dedikodu yapmak gibi olacak belki ama araştırmanın sonuçlarından biri de Homo Sapiens ile Neandhertal’lerin de birbirlerine “romantik öpücük” verdiklerini gösteriyor.

Bilim insanlarının açıklamasına göre uçuğun böyle yaygın olmasının temel nedenlerinden biri bu ve başlama nedeni de “çiftleşmek üzere olduğu kişinin ağzını koklamak isteği”!

Böylece doğacak çocuğun sağlıklı olup olmayacağı konusunda bir fikir sahibi oluyorlarmış ki atalarımızın hayli garip olduğunu kabul etmeliyiz gibi geliyor bana!

Bilim insanları bu buluşun kanıtlarını Mezopotaya tabletlerinden bulmuşlar ancak bunun sadece o bölgeyle sınırlı olmadığını düşünüyorlar.

Madem yeri geldi, American Anthropologist Journal’da yayımlanan bir başka araştırmadan da söz edeyim.

Çünkü bu iki yayın birbiriyle çelişen sonuçlar içeriyor.

Hepimiz birbirine âşık olan çiftlerin öpüştüklerini düşünürüz ama araştırmalar birçok kültürde insanların, dudak dudağa öpüşme eylemine soğuk baktıklarını da ortaya koyuyor.

Dünya çapında 168 kültürel ortamda yapılan araştırma gösteriyor ki dudak dudağa öpüşmek evrensel bir durum değil.

Kültürlerin sadece yüzde 46’sında insanlar bunu yapmaktan hoşlanıyorlar, hepsi bu kadar.

Araştırmacılar, dudaktan romantik – cinsel öpücüğün böyle yaygın olduğunu düşünmemizin sebebinin “batı etnosentrizmi” olduğunu söylüyorlar.

Kendi kültürlerinin diğerlerinden üstün olduğuna inanan batı dünyasının medyasıyla, sinemasıyla ve diğer kültürel faaliyetleriyle bu inanışı besleyip, yaygınlaştırdığını söylüyorlar.

Dudak dudağa öpüşmenin zaman içinde yaygınlaşmış olmasının bir nedeni de şaşıracaksınız ama “sağlık”.

Hollandalı uzmanlar, on saniyelik ateşli bir öpüşme ile 80 milyon bakterinin eşler arasında yer değiştirdiğini tespit etmişler.

Eşlerin bakteri ve mikroplarını böyle değiş tokuş etmelerinin, bağışıklık sistemleri üzerinde olumlu bir etki yarattığı da biliniyor.

 

Evrim süreci içinde dudak dudağa öpüşmenin giderek insan toplulukları içinde yaygınlaşmasında bunun da rolünün olduğu düşünülüyor.

Geçen haftaki sohbetimizin konusu olan Kazablanka filminin unutulmaz şarkısı “As time goes by”da şöyle bir bölüm var:

“Bunu mutlaka hatırlamalısın
Bir öpücük sadece bir öpücüktür, iç çekiş, iç çekiştir
Temel şeyler sürer gider
Zaman geçip giderken.”

Yüzyılın belki de en önemli aşk filmine yakışmayan bir yanlış tespit bu.

Hayır, bir öpücük, sadece bir öpücük değildir, ona yüklediğimiz anlamın da bir önemi ve değeri var.

Nitekim, Frank Sinatra, şarkıyı yorumlarken sözlerde küçük bir değişiklik yapmış:

“Bunu mutlaka hatırlamalısın,
Bir öpücük hâlâ bir öpücüktür.”

London Universty College’den plastik cerrah Gus McGrouther, âşıklar arasındaki bir öpücüğün sadece basit bir öpücük olmadığını tespit etmiş.

Bir öpüşme sırasında tam olarak nelerin meydana geldiğini tespit edebilmek için lazer tarayıcıları, elektrotlar kullanarak ciddi bir araştırma yapılmış.

Elektrikle ilgili ölçümler aşk dolu bir öpücükte 34 yüz kasının tümünün olaya karıştığını ortaya koymuş.

Bu kasların hareketleri, yüz sinir nükleusları olarak isimlendirilen ve beynin belli bir kısmından gönderilen elektrokimyasal sinyallerle kontrol ediliyor.

Dudaklardaki aşırı duyarlı sinir uçları, beynin korteksinde zevk duyguları yaratan ve tutkuyu artıran daha büyük bir alana bu sinyalleri geri gönderiyorlar.

Sonra feromonlar ve bağlayıcı kimyasallar işin içine giriyor ve böylece çiftlerin birbirlerine karşı hissettikleri aşk artıyor.

Son derece doğal ve eğlendirici bir oyun olarak gördüğümüz küçük bir öpücük bir anda yaşamın tüm değerini ortaya çıkaran bir eyleme dönüşüveriyor.

Oxford Üniversitesi’nde bir grup psikolog romantik ilişkilerde öpüşmenin fonksiyonu üzerine bir araştırma yapmışlar.

18 – 63 yaş arası Kuzey Amerikalı ve Avrupalı 308 erkek, 594 kadın ile yapılan araştırma, öpüşmenin hem yeni eşi bulmak için hem de mevcut ilişkiyi korumak için çok önemli bir eylem olduğunu gösteriyor.

Araştırmayı yürüten Dr. Rafael Wlodarski, öpüşmenin kalıcı bir ilişki için vazgeçilmez olduğunu söylüyor.

Cinsel ilişki öncesinde zannedildiği kadar çok önemli bir rolü yok ama romantik bir öpücüğün birbirine iki uzaylı kadar yabancı olan kişileri bile yaklaştırabildiğini belirtiyor.

Yazının girişinde sözünü ettiğim araştırmacılar da zaten romantik öpücüğün, sevişme eylemi sonlandıktan sonra değiş tokuş edildiğini bulmuşlar.

Kadınlar, erkeklere göre kendilerini bu sırada daha çekici hissediyorlarmış.

Birçok kadın için cinsel ilişki kadar önemli ve hatta “daha mahrem” sayılan bir davranış.

Parayla cinsel ilişkiye giren fahişelerin önemli bölümünün öpüşmek istememesinin nedenini de bu “his” ile açıklıyorlar.

Wlodarski, öpüşmenin mutluluğu taşıyan bir konveyör olduğunu söylüyor.

Konu buraya gelince sinema tarihinin en güzel oyuncularından birini, Kazablanka’nın ölümsüz oyuncusu Ingrid Bergman’ı bu hafta da anmadan olmaz.

Onu çağdaşı diğer güzel oyunculardan ayıran şey muazzam zekasıydı.

Şöyle demişti bir keresinde:

“Öpüşmek, sözcükler kifayetsiz olduğunda konuşmayı kesmek üzere doğa tarafından tasarlanmış çok hoş bir oyundur.”

Tabii insanın karşısında Inga gibi bir kadın dururken konuşmakla vakit kaybetmek istememesinde şaşılacak bir durum yok.

Öte yandan konuşmadan da onu tanıyamazsınız, o sizi tanıyamaz ve hayalini kurduğunuz o ilişki hiç başlayamaz.

O halde bir soruyla bitireyim, yanıtını siz verin:

Bir ilişkiyi derinleştirip, kalıcı kılacak olan şey bol bol öpüşmek midir, çenen düşene kadar konuşmak mı?

Yazının başlığını da Bora Ayanoğlu’nun yazıp, bestelediği o muazzam şarkıdan aldım: Güller ve dudaklar!

——————————