OKSİJEN, T24 HAFTA SONU

Bir ilişkiyi bitirecek dört kusurlu hareket

Charles Darwin, 1860 yılında ABD’li meslektaşı Asa Grey’e yolladığı mektupta şöyle yazmıştı:

“Canlı kelebek larvalarını içten içe yesinler diye, iyi ve ulu Tanrı’nın kendi iradesiyle parazitoid yaban arılarını yarattığına kendimi ikna edemiyorum.”

Ben de seçim süreci boyunca biraz Darwin gibiydim aslına bakarsanız.

İyi ve ulu Tanrı’nın, kendi iradesiyle kendilerine zarar verecek insanlar yaratmış olabileceğine ihtimal vermiyordum.

Ama böyle bir gerçek varmış ve işte onlardan biri de biz seçim telaşındayken Zonguldak’ta yaşandı.

Bir erkek olan E.T., eşi A’nın kilosuyla alay etmeyi alışkanlık haline getirmiş.

“Popon sepet gibi” filan diyormuş ki öyle bile olsa bu dillendirilecek bir şey değildir.

Kardashian için bile böyle bir sıfat kullanmıyoruz.

Belli ki erkeğin eşine yönelttiği “eleştiriler” bu seviyeyi geçememiş ve çift şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmak üzere mahkemeye başvurmuş.

Yerel mahkeme bu sözlerde bir tuhaflık bulmamış. Çifti “eşit kusurlu” olarak boşamış.

Bu kararı verirken hâkimin A’nın fiziksel özelliklerini de göz önüne alıp almadığını bilmiyoruz.

Bilmediğimiz bir başka konu da benim buraya “popo” diye yazdığım organdan söz edilirken E.T.’nin hangi kelimeleri seçtiği.

Kadın bu karar üzerine temyize gitmiş ve Yargıtay son noktayı koymuş: “Boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir!”

E.T. Bey’in bu nedenle tazminat ve nafaka ödemesi gerektiğine de karar verilmiş.

ABD’nin Washington Üniversitesi’nde psikoloji hocası olan John Gottman, What Predicts Divorce isimli kitabında çiftlerin boşanmalarına yol açan “dört kusurlu hareketten” söz ediyor.

Sırayla buraya da not ediyorum ki bu kusurlu hareketlerden uzak durun, hakem penaltı verebilir çünkü.

Küçümseme: Eşinin endişelerini ciddiye almamak olarak ortaya çıkıyor. Zonguldak’lı E.T. gibi lakap takmak bunlardan biri. “Düşmanca mizah” da deniliyor buna. Sürekli iğneleyici konuşmak, hareketleriyle, fiziksel özellikleriyle dalga geçmek gibi hareketler.

Eleştirellik: Eşinin yaptığı her şeyi eleştirmek! Yemek tuzlu olmuş, yağlı yapmasaydın daha iyiydi, bu kazakla mı çıkıyorsun sokağa, hayır o kelimeyi o anlamda kullanamazsın gibi!

Savunmacılık: Eşinden yönelen her tavsiyeye karşı ani bir savunma cephesi kurmak. “Tencereyi çıplak elle tutma yanarsın” diyen eşe mesela “o kadar biliyorsan gel kendin tut” diye yanıt vermek.

Duvar örmek: Başka işlerle meşgulmüş gibi görünerek eş ile iletişimi kesmek. Özellikle erkeklerin çokça baş vurdukları bir yöntemmiş bu, haberiniz olsun.

Gottman, bu dört kusurlu hareketten yola çıkarak hangi çiftlerin boşanacağını, hangi çiftlerin evliliklerinin süreceğini yüzde 90 doğrulukla tespit edebildiklerini de söylüyor.

Özellikle “küçümseme” bir evliliğin dibine konulmuş bir saatli bomba gibi.

40 binden fazla çift üzerinde yapılan bir araştırma da mutlu ilişkide bir numaralı kuralın “bağlanma arzusu” olduğunu ortaya koyuyor.

Gottman, bu arzunun, “eşinin dikkatini çekmeye çalışmak” ve “bir sorunu masaya yatırmak” gibi davranışlarla ortaya çıktığına dikkat çekiyor.

Yani E.T’nin eşi A ile ilişkisinin boşanmaya varmasında hayret edilecek bir durum yok.

Gottman’a göre ilişkilerinde bu dört kusurlu hareketi sürekli olarak yaşayan çiftler, ortalama 5 yıl 6 ay içinde boşanıyorlar.

Gottman’ın bir de sertifikalı ilişki testi var.

Ben testi sanki kendimle evliymişim gibi yaptım.

Alaycılığım, hiçbir şeyi uzun süre ciddiye almayı başaramıyor olmam ve televizyonda maç izlerken yanımda top patlasa farkına varamıyor olmam gibi nedenlerle kendimle olan evliliğimin uzun süremeyeceğine karar verdim.

Ama insan kendisinden boşanamıyor tabii.

“İlişkiyi bitiren dört kusurlu hareket” deyince aklıma gelen bir karikatürden de söz etmeliyim.

Pulitzer ödüllü Amerikalı karikatürist Jules Feiffer’in yarattığı anti kahramanlardan biri karikatürde şöyle diyordu:

“Harika bir kızla tanıştım. Bütün dostlarıma ve çalışma arkadaşlarıma kendisinden söz ettim. Sokaktaki yabancılara bile kızdan bahsettim. Hemen herkese anlattım. Tabii kendisinden başka! Ona bu avantajı neden vereyim ki?”
Karikatür deyip geçmeyin.
Karikatürler, toplumsal ve bireysel gerçeğimizi bizi dövmeden, canımızı acıtmadan yüzümüze vururlar.
Çoğu zaman güler geçeriz, üzerinde çok düşünmemiz de gerekmez belki ama unutmayalım ki bir karikatüre bakıp gülüyorsak, en azından acı da olsa tebessüm ediyorsak karşılığı hayatımızda mutlaka vardır.
Karikatürdeki bu sersemin yaptığı şey dört kusurlu hareketten birine giriyor.

Bunların sayısının çok olduğuna da iddiaya girerim.

Adam kadını güzel bulduğunu söyleyemez, kadın adamın iyi huylarını övemez, birbirlerini ne kadar sevdiklerini söylemeye de sanki dilleri hiç varmaz.
Gerçek hislerini söyleyecek olurlarsa eşlerinin bunu bir tür üstünlük gerekçesi yapabileceğinden korkarlar.

Bir tür aşağılık kompleksi de vardır bu tiplerde, karşılarındaki insanı çok överlerse kendilerini değersizleştirdikleri zehabına kapılırlar.
Kendilerini yetersiz hissetmemenin yolunu, karşısındakini kendisine yetersiz hissettirmek olarak bulurlar.
“Sen anlamazsın” diye başlayıp “Bir işi de doğru yapamaz mısın”a kadar giden tutumlar içine girerler.
Giydikleri giysiyi, saçlarını tarama biçimlerini beğenseler bile beğenmiyormuş gibi yaparlar, en azından sessiz kalırlar, “Ne kadar güzel oldun” diyemezler.
Her insanın başına gelebilecek dalgınlıkları büyütmeye, bundan genellemeler çıkarmaya meraklıdırlar: Hep böylesin!
Amacım elbette evlerde kavga çıkartmak ve boşanmaya varacak bir dizi olayın tetikleyicisi olmak değil.

Şunu söylemek istiyorum: Birisini beğeniyorsanız, bunu ona hissettirmenin size verebileceği bir zarar yoktur.
Amerikan filmlerindeki gibi iki kelimenin birinde “seni seviyorum” demeyin elbette.

Buna da sinir oluyorum.

Herkesin herkesi sevmesine yani!

Ama kişisel ilişkilerde eşinize bunu en azından davranışlarınızla hissettirmeyi başarırsanız, ilişkinizin mükemmelleşmeye doğru gideceğini söyleyebilirim.
“Evlerde tartışma çıkmasın” dedim, bunun için şunu da belirtmeliyim:
Jacques Salome ve Sylvie Galland, “Ah kendime bir kulak versem” (Sistem Yayıncılık, Çeviren Neslihan Burcu Akdağ) isimli kitaplarında “ilişki terörü” diye bir kavram da ortaya atıyorlar.
Nasıl, politik terörizm, bir güvensizlik ortamı yaratarak insanların tutumlarını değiştirmeyi hedefliyorsa, ilişki terörizmi de aşk ve sevgi adına bir tür şiddet uygulaması.
Yazarlar bu şiddetin ailenin bir araya geldiği yemek masalarında, evlerdeki lambaların yumuşak ışıkları altında, yatakta, tatilde, kısacası her yerde ortaya çıkabildiğini söylüyorlar. Bunun mutlaka bir kavgayla sonuçlanması da gerekmiyor.

En genel tabiriyle “surat asmak” da ilişki terörünün ortaya konma biçimi.
Bunu yapmayın!

“Bak adam ne yazmış, sen kendimi yetersiz hissettiriyorsun” diye başlayacak bir tartışmadan varılabilecek bir yer yoktur, bir hafta sonunu can sıkıntısı içinde geçirmekten başka!

Evde küslük çıkarıp, bu bahaneyle dışarıdaki arkadaşlarla daha eğlenceli bir program seçeneğiniz yoksa tabii!

———————————-