RuPaul’u tanıdığınızı zannetmiyorum. Kendisi önemli bir düşünür ya da bilim adamı değil. Dünyaya yön veren bir politikacı hiç sayılmaz.
Öz geçmişinde şunlar yazılı: Amerikalı bir drag queen, televizyon sunucusu, şarkıcı, yapımcı, yazar ve oyuncu!
Sadece şu yaptığım işi bilen sıradan bir gazeteci olduğum için böyle her tarakta bezi olanlara biraz kuşkuyla bakıyorum.
Bizim Cumhurbaşkanımız da böyle çoklu yetenek sahibi: Politikacı, futbolcu, iktisatçı, imam ve hatip, müezzin, bisküvi pazarlama uzmanı, simitçi, asker (gerçi her Türk asker doğar diye bir söz var) ve son günlerde hukukçu!
Sanıyorum her hareketini eleştiriyor olmamın nedenlerinden biri on parmakta on marifet haline duyduğum bu hasetten kaynaklanıyor.
RuPaul esas şöhretini “drag queen” olarak yapmış.
Drag queen, “eğlence ya da moda dünyasında abartılı kadın giysileri giyerek, abartılı kadın davranışları ve kadın rolleri oynayan kimse” anlamına geliyor.
İzzet Çapa’nın eski Cahide’sinde yıllarca sahne performansı sergileyen Drag Quenn’ler ne yazık ki RuPaul kadar ünlü olamadılar.
Türk olmak kolay değil tabii; bir kere “öteki” olarak tanımlanınca ağzınla kuş tutman yetmez, içini pirinçle doldurup, fırına da atman gerekir ki insan sadece ağzıyla bunları nasıl yapsın?
RuPaul vaktiyle şöyle bir vecize yumurtlamış: “Hepimiz çıplak doğarız, gerisi travestidir.”
Haşa huzurdan tanıdık, tanımadık kimseyi travesti olmakla itham etmiyor ki “itham” doğru bir kelime seçimi de sayılmaz, çünkü bu bir suç ya da kabahat değil.
Anlatmak istediği şu ki biyolojik cinsiyetimizle doğarız ama gerçek cinsiyetimizi sonradan üzerimize giyeriz. Bize öğretildiği gibi yaşamaya gayret eder, o genel çizginin dışına çıkana da “tuhaf insan” muamelesi yaparız.
Lafı dolandırdığımın farkındayım ve hayır yazılarım için “kelime başı” ödeme de almıyorum ama sohbet bu: Laf lafı açıyor.
Geçtiğimiz ayın ortasında New York Times’ın kadın sağlığı ve sağlık eşitsizlikleri muhabiri Alisha Haridasani Gupta ile internet kültürü ve yaşam tarzları haberlerine yoğunlaşan muhabiri Nicole Stock, “yeni bir erkek türünün” doğumunu müjdelediler.
“Geçtiğimiz ayın ortasında müjdelediler de sen şimdi mi bize haber veriyorsun” demeyiniz lütfen, bu yazı gazetenin abonelerine gönderdiği bir e mektup ile posta kutuma geçen hafta geldi.
Tabii gazetenin neredeyse sonsuz bir içeriği olunca bazı yazıları öne çıkarmaları biraz zaman alabiliyor.
“Yeni erkek türü” dedim ama o kadar sevinmeyin hanımlar. Bu yeni tür de eskisi gibi bana sorarsanız; tıpkı homo erektus atalarımız gibi erkek olmayı bir marifet zanneden, bunu herkesin gözünün içine sokmaya çabalayan bir tür aslında.
Küçük bir çıkıntıyla dünyaya geldikleri için kendilerini o çıkıntıya sahip olmayanlardan üstün görenlerden uzun boylu bir farkları yok.
Sadece feministmiş gibi görünmenin kadınların hoşuna gideceğini düşünüyorlar, hepsi bu.
Yani “yeni” diye kadın erkek eşitliğinin bayraktarlığını filan yapmıyorlar.
Bunlara “performatif erkek” deniliyor.
Ben “rol kesen erkek” diye kendi kendime çevirdim ama İngilizcesi mükemmel olanları kızdırmamak için yazının devamında “performatif erkek” kalıbını kullanacağım.
Erkek rolü yapan anlamında!
Bu yönüyle biraz “taş fırın erkeklerine” de benziyorlar diyebiliriz. Özleri aynı, görüntüleri farklı!
Belki taş fırın erkeğinin yaş mayalı hali de diyebiliriz.
Önce “performatif erkek” dediğinizde gözünüzde neyin canlanması gerekir, ondan söz edeyim:
Bir kafede oturuyorsunuz ki kafe dediysem Kahve Dünyası, Starbucks, Nero filan değil tabii, dördüncü nesil kafelerden biri olacak.
Yan masadaki delikanlı Sally Rooney’in Normal İnsanlar kitabını okur gibi yapıyor. Masada bir tane buzlu maça latte var. Kablolu kulaklığını da takmış, belli ki bir şey dinliyor ama acaba ne? Bol pantolonları tercih ediyorlar. Çantası bez alışveriş çantalarından olacak. Bir tane de Labubu’su var. Onu da pantolonunun kemer köprüsündeki anahtarlığa iliştirmiş.
Labubu dediğin de nedir ki diye soranlar da olabilir, herkes her şeyden haberdar olmak zorunda değil.
Labubu, Hong Konglu illüstratör Kasing Lung tarafından yaratılan peluş oyuncaklar serisinin genel adı.
Seri, İskandinav mitolojisinden esinlenmiş, abartılı yüz ifadelerine sahip hayvan görünümlü elfleri konu alıyor ve ana figür, keskin dişleri, büyük kulakları ve dağınık görünümüyle Labubu adını taşıyan bir canavar.
Labubu deyip geçmeyin, bu gözler binlerce dolarlık Hermes’ine takanları bile gördü!
Sahteleri de var ama hemen anlaşılır, bütün masrafa yazık edersiniz, uyarmış olayım.
Bu işin dış görünüm kısmı.
Fikir olarak da bu arkadaşlar feminizme meyyaller.
Ama Ali Desidero’nun sokakta âşık olduğu kızdan farklı olarak sadece pratikte değil, teoride de sallanıyorlar!
Hermann Hesse’nin vaktiyle isabetle buyurduğu gibi “başka nedenler bahane edilse de hayatta yapılan şeylerden pek çoğu kadınlar için yapılır!”
Performatif erkeklik de bu amaçla vücut bulmuş doğal olarak.
24 yaşındaki sanat öğretmeni Guinevere Unterbrink, performatif erkeklerin, feminist kadınların hoşuna gitmeye çalıştıklarını söylüyor.
Ancak geçenlerde Seattle’da yapılan bir performatif erkek yarışmasında bu konudaki soruları doğru bilen bir tek “performatif” bile çıkmamış.
Z kuşağı ve internet kültürü üzerine yayın yapan After School isimli bültenin kurucusu ve yazarı Casey Lewis, “performatifler bana 1990’lar ve 2000’lerin başlarındaki pozculuğumu hatırlatıyor” diye anlatıyor.
Pozcu arketipi, partilerde hoşlandıkları kadınları etkilemek için havalı olduklarını zannettikleri şekilde görünmeye çalışan erkek tipi.
Aslına bakarsanız her erkek biraz pozcudur.
Dedim ya erkek ne yaparsa bir kadını etkilemek için yapar ki bir şeymiş gibi poz yapmak da bunun bir parçası.
Yakın geçmişten hatırlayacağımız metro seksüel erkekler ile hipsterler de benzer bir pozculuğun ürünüydüler aslına bakarsanız.
Ki bence bunun önde giden versiyonu da bizim “taş fırın erkeği” olmalı.
Ağır abi pozu kesmek anlamında!
Böyle çok “ağır abi” gördüm, kız kendisini terk edince elinde çarşaf gibi mendille göz yaşı döken.
———————————–