Norveçli kâşif Erling Kagge, “Dünyanın üç kutbuna da yürüyerek ulaşan ilk kâşif” olarak tanınıyor.
Gerçi kartvizitinde avukat, sanat koleksiyoncusu, yazar, girişimci, politikacı, yayıncı gibi başka meslekler de yazılı ama insanlık tarihindeki önemi “üç kutba da yürüyerek ulaşan ilk insan” olmasından kaynaklanıyor.
Hayır yanlış yazmadım, biz sıradan insanlar için dünyanın iki kutbu var; biri güneyde, diğeri kuzeyde. Ama bir de “en yüksek nokta” olarak Everest Zirvesi de var ki o da bir “kutup” sayılıyor. “En derine” yürüyerek gitme olanağı olmadığı için bir dördüncü kutuptan söz eden kimse yok.
Kagge 15 yaşındayken bir kıza âşık olmuş, hepimizin başına geldiği gibi.
Kız o sırada İsveç’in Strömstad kentinde, Kagge ise ailesiyle birlikte Stockholm’da yaşıyormuş.
Bir sabah kızı görebilmek için bisikletine atlamış ve iki kent arasındaki 150 kilometrelik yolu yarım günde kat ederek kızın evine ulaşmış.
Evin önünde bisikletinden inip, kaslarını esnetirken içine bir kuşku düşmüş: Zile bassam mı, basmadan geri dönsem mi?
“Bir Kâşifin Felsefesi” isimli kitabında o anı şöyle anlatıyor:
“Kendime şaşırmıştım. Uğruna bisikletle yola düşüp buluşmaya karar verdiğimdeki kadar çekiciydi hâlâ ama nihayet hedefe ulaşmıştım, hevesim kaçmıştı. Aslında önemli olan şey yolu kat etmek diye düşündüğümden değil, bir sonraki aşamaya geçme cesaretim yoktu.”
Kagge’nin anlattığı bu hikâyeyi okurken hiç şaşırmadığımı fark ettim.
Sizden saklayacak değilim, zaman zaman böyle durumlar benim de başıma geldi.
Ulaşmak için çabalayıp, tam elimi uzatıp alabileceğim anda vazgeçtiğim onca şey gözümün önünde resmi geçit yaptı.
İtalyan yönetmen Giuseppe Tornatore’nin baş yapıtı olarak bilinen, Oscar ve Cannes ödüllü filmi Cinema Paradiso, Sicilya’da küçük bir kasabada geçen bir öyküyü anlatır. Yanlış hatırlamıyorsam üç kere izledim.
Bir arkadaşının ölümü üzerine kasabaya geri dönen bir film yönetmeni olan Salvatore, kasabada çocukluk günlerini anımsar.
Kasabanın tek sinemasının makinisti Alfredo’nun, çocuk ve genç Salvatore’ye anlattıkları, çocuğun içindeki sinema aşkını büyütmüş ve sonunda yönetmen olmasına neden olmuştur.
Alfredo’nun genç Salvatore’ye anlattığı öykülerden biri şöyle:
Bir asker bir prensese fena halde abayı yakmıştır.
Ancak onun konumundaki bir erkeğin, bir prensese ulaşabilme hayalini dahi kurabilmesi zordur ama prensesi de kafasından bir türlü silip atamaz.
Prensese içini açtığı günlerden birinde, prenses tek bir şartla onunla evleneceğini söyler: Yüz gün, yüz gece penceresinin önünden hiç ayrılmadan beklemesi gerekmektedir.
Aşktan gözü kararmış asker kabul eder, evin önünden ayrılmadan rüzgâra, yağmura, kara, soğuğa ve sıcağa dayanır. Üçüncü ayın sonunda artık ayakta durmakta bile çok zorlanmaktadır ama pes etmez.
99. gün hiç tereddüt etmeden çekip gider.
Oysa hayatının aşkına kavuşması için bir tek güncük daha dayanması yeterli olacaktır ama bunu düşünmez bile.
Askerin, 99 gün dayandıktan sonra çekip gitmesinin nedeni ne olabilir?
Elini uzatsa kavuşabileceği şeyin önemini yitirmesi mi?
Prensesin erişilmez bir hayal olmaktan çıkması mı?
Belirsiz bir gelecek yerine öngörülebilir bir hayatı tercih etmesi mi?
Yoksa olabilecek en basit cevap mı: Erkeğin, evlilik korkusu!
Tam da burada Fransisken rahibi Ockhamlı William’ın (1287 – 1347) adıyla bilim dünyasında kendisine yer etmiş bulunan bir “felsefi usturayı” kullanacağız.
“Ockhamın Usturası” diye isimlendirilen problem çözme ilkesi, en basit açıklamanın büyük olasılıkla en doğru çözüm olduğunu önerir. “Aynı sonuçla ilgili farklı hipotezler arasından, en az varsayıma sahip çözüm, doğru çözümdür” der.
Sosyal medyadan filan takip edebildiğim kadarıyla günümüz genç kadınlarının en önemli sorununun adını da böylece koyabiliyoruz.
Şarkımız ne olduğunu anlamadan sevgililerinin bir hayalete dönüşmesiyle kalbi kırılan genç kadınlar için Yeşim’den geliyor: “Olmaz böyle şey yoksa rüya mı? / Tam mutlu oldum derken yıktın bütün dünyamı!”
Freud’un en parlak öğrencilerinden biri olan ve “Freud’un mirasçısı” sayılan psikolog Theodor Reik, Aşk ve Şehvet Üzerine isimli eserinin ikinci cildinde “erkeklerde evlilik fikrine karşı bir isteksizlik vardır” diye yazıyor.
İkisi de kendi kısmetleriyle evlenmek üzere olan bir kadın ve bir erkek hastasının evlilik öncesi korkularının farklı olduğu dikkatini çekmiş.
Genç kadın daha çok kişisel yetersizliklerini öne çıkarıp, evlilikten endişesini dile getirirken, erkek kişisel niteliklerinden hiç söz etmiyormuş.
Daha çok parasal durum, bir aileyi geçindirmenin sorumlulukları, evlilikten kaynaklanacak daha çok maddi yükümlülükler gibi konuları öne çıkardıktan sonra sözlerini şöyle bitirmiş:
“Birlikte olacağım son kadının Anne olacağına inanamıyorum. Düşüncesi bile imkânsız geliyor!”
Reik, bu son cümlenin gözünün önündeki perdeyi kaldırdığını söylüyor.
“Kadın için evlilik düşüncesi doğaldır; kadın evliliğe seve seve girişir ama erkeklerde evlilik fikrinde yabancı bir şey vardır. Erkekler evlilikten korkarlar” diye yazıyor.
Bernard Shaw’un İnsan ve Üstün İnsan’da yazdığı sözlere dikkat çekiyor: “Kadının işi en kısa zamanda evlenmek, erkeğinki ise mümkün olduğunca bekâr kalmaktır.”
Reik böyle davranan ve düşünen erkeklerin zihni geri planlarında sevebileceği bir kadına karşı dayanılmaz ve gizli bir arzu beslediklerine dikkat çekiyor.
Don Juan gibi davranan erkeğin, onca kovalamaca ve kadın peşinde koşma telaşının arkasında aslında doğru kadını bulup, huzura kavuşma isteği yattığını söylüyor.
Nietczhe, Şen Bilim’de şöyle yazmıştı:
“Şu bir tek aşk kelimesi, gerçekten de kadın için başka, erkek için başka anlamlara gelmektedir. Kadının aşktan ne anladığı açıktır. Bu, yalnız bağlılık değil; başka hiçbir şeyi düşünmeden, hiçbir şeyi saklamadan bir insanın bedeniyle ruhunu bütün olarak vermesidir.”
Kadının aşk talebinin kesintisiz bir süreç olduğu genel kabul gören bir tespit. Erkeğinki ise bunun tam tersi olarak ortaya çıkıyor.
Kadının aşk talebinin kesintisizliğiyle, erkek aşkının kesintili olması temel gerilimi yaratıyor.
İlişki uzmanları, “her şey iyi gidiyorken sevgilim dediğim adam birden ortadan kayboldu” diye dertlenen genç kadınların çoğunun hatayı kendilerinde aradıklarını söylüyorlar.
Ben uzman sayılmam ama şunu söylemeliyim ki böyle durumlarda ilişkinin arızalı tarafı hiçbir zaman kadın olmuyor.
———————————-
